Turkiye’nin UNESCO Kültürel Miras Hazinesi
"Zaman akıp gidiyor dur demek olmaz"
Zaman ne çabuk geçiyor değil mi? İnsanların birbirlerini daha iyi tanımasının yolu ortak değerlerden oluşan kültürel ve doğal mirasın korunmasından geçer. Bu mirasın geleceğe aktarılmasında turizm önemli bir yer tutuyor. İstanbul'u düşünün sadece bizim için mi önemli. Hayır insanlığın ortak geleceği için önemli bir şehir. Fakat ne yazık ki beton ve çirkin yapılarla örüldü! Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, 1972’de “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşmesi”ni kabul ederek, tüm dünya uluslarının sahip oldukları kültürel ve doğal varlıkların, uluslararası bir platformda korunması ve gelecek nesillere aktarılması için tarihi bir adım atmıştır. Türkiye medeniyetlerin beşiği ve bu medeniyetlerden kalan kültür mirası ile eşsiz güzelliklerle doludur. Türkiye'de koruma altına alınan kültür ve doğa varlığı sayısı, Şanlıurfa'daki Göbeklitepe arkeolojik alanının UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmesiyle birlikte toplamda 18 değerli kültür ve doğa varlığına sahip olmuştur. İşte Türkiye’nin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne girmiş birbirinden değerli kültürel ve doğal mirası listesi. Umarım bu mirasın hepsini gezme imkanınız olur.Yeryüzünün en kadim şehri İstanbul
Türkiye’nin en büyük kültürel ve doğal mirası İstanbul’dur.
Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlayan stratejik konumu nedeniyle İstanbul tarihi
boyunca çok önemli bir şehir olmuştur. M.Ö. 7. yüzyılda kurulan İstanbul'un,
kuzeyde Haliç, doğuda İstanbul Boğazı ve güneyde Marmara Denizi ile çevrili
kısmına “Tarihi Yarımada” denilmektedir. İstanbul Roma, Doğu Roma ve Osmanlı
gibi büyük İmparatorluklara başkentlik yapmıştır. Bu görkemli geçmişi ile
farklı dinleri, kültürleri, toplulukları ve bunların ürünü olan yapıtları
benzersiz bir coğrafyada bir araya getiren İstanbul, 1985 tarihinde UNESCO
Dünya Miras Listesi’ne 4 bölge olarak dahil edilmiştir. Bunlar; Hipodrom,
Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan
Sultanahmet Kentsel Arkeolojik Sit Alanı; Süleymaniye Camisi ve çevresini içine
alan Süleymaniye Koruma Alanı; Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek
Koruma Alanı ve İstanbul Kara Surları Koruma Alanı’nı içermektedir. Ayrıca
Galata Kulesi ve çevresinde birbirinden güzel sanat galerileri sanatseverleri
kendine çekmektedir. Nişantaşı semti ise şehrin en kıymetli yeridir, dünyanın
en ünlü mağazaları, yeme içme mekanlarıyla ünlüdür. Beyoğlu ilçesi içinde yer
alan Taksim Meydanı 24 saat uyumayan İstanbul’un kalbi olarak tanımlanmaktadır.
İstanbul Boğazı şehrin en pastoral ve en değerli alanı olarak bilinmektedir.
İstanbul’a gelen her turist İstanbul Boğazı’nda bir vapur veya tekne gezintisi
yapmadan ayrılmamalıdır. İstanbul’un kadim geçmişi Topkapı Sarayı ve İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nde görülebilir.
Türk Sanatının Şaheseri Divriği Ulu Camii
Anadolu’nun ortası Sivas’a giderseniz, Divriği ilçesinde
Türk sanatının şaheserlerinden birini rastlarsınız. Divriği’de yerleşim
Hititler Dönemi'ne kadar inmektedir. Divriği, Mengücekoğullarının yönetiminde
altın gibi parlamaya başlamıştır. Divriği Ulu Camii Anadolu Selçuklu Devleti’ne
bağlı Mengücek Beyliği döneminde inşa edilmiştir.
Divriği kasabasının doğu yamacında yer alan Divriği Camii
1228-1229 tarihleri arasında Ahmet Şah ve eşi Turan Melek tarafından yaptırılmıştır.
Yapı kompleksinin Baş Mimarı Muğis oğlu Ahlatlı Hürrem Şah'tır. Divriği Ulu
Camii, kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen plânlı ve tümüyle kesme taşlarla
yapılmış bir yapıdır. Camiye giriş çıkışı sağlayan kuzey, batı ve doğu yönlerde
üç ayrı anıt kapı yer almaktadır. Cennet
kapısını simgeleyen Taçkapı tasarımı İslam mimarisindeki genel Taçkapı
tasarımlarından genel üslup olarak ayrılır. Sadece Anadolu-Selçuklu mimarisinde
değil, İslam mimari ve sanat tarihinde ve Ortaçağ Avrupa sanatında da eşi
olmayan bu yontular üç boyutlu heykelsi tasarımlardır. Cennet kapısının Türk
şaman kosmolojisinin ve simbiyotik yaşamın bir parçası olarak ifade edilir. Bu
kapının Hristiyan taş ustaları tarafından onarıldığı üzerindeki barok
süslemelerden anlaşılmaktadır. İç mekân, sekizgen payeleri birleştiren çift yönlü
sivri kemerlerle farklı genişlikte yirmi beş birime ayrılmıştır. Divriği Camii ve
Darüşşifası bazı Avrupalı sanat tarihçileri tarafından Anadolu’nun El-Hamra’sı
olarak adlandırılmaktadır, bu yakıştırma gayet yerindedir. Mimari üslubu,
süsleme ve örtü sistemlerinin dengeli ve uyumlu tasarımıyla önem kazanan bu
şaheser, dünyada, görülmeye değer eserler listesinin başında yer almaktadır.
İslam mimarisinin bu başyapıtı iki kubbeli türbeye sahip bir cami ve ona
bitişik bir hastaneden oluşmaktadır. Yapılar, mimari özelliklerinin yanı sıra,
sergilediği zengin Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleriyle 1985 yılında UNESCO
Dünya Miras Listesi'nde yer almayı hak etmiştir. Selçuk mimarisinin bütün
klâsik şekilleri Divriği Camii barındırmaktadır. Divriği Ulu Camii taşın sanata
dönüştüğü yerdir. Bu mabet UNESCO’nun dünyanın beş yüz mimari başyapıtı
listesine girmiş tek Türk yapıtıdır.
Anadolu’nun İlk Büyük İmparatorluğu Hititler’in Başkenti Hattuşaş Boğazköy
Çok az bilinse de Orta Karadeniz bölgesi büyük bir tarihi
mirasa sahiptir. Hattuşaş Çorum’un Boğazköy ilçesinde yer almaktadır. Orta
Karadeniz bölgesinde yer alan Çorum, Anadolu’nun iç kesimlerini Karadeniz
kıyılarına bağlayan yollar üzerinde bulunur. Şehir tarihin ilk organize devleti
Hititlerin başkenti Hattusas’a ev sahipliği yapar.
Hattuşaş bölgesinde yerleşim Milattan Önce 3000’li yıllara
kadar gider. Hattuşaş, ilk kez Fransız
arkeolog Charles Texier tarafından tanımlanmıştır. Kenti çevreleyen sur üzerinde Sfenksli Kapı, Aslanlı Kapı ve
Kral Kapısı gibi kapılar vardır. Aslanlı Kapı’nın kentin dışına bakan
yüzünde kapının iki yanına yerleştirilmiş aslan yontuları Hitit taş işçiliğinin
en güzel örneklerinden birini sergilemektedir. Hitit uygarlığını diğer
uygarlıklardan ayıran en önemli özelliği onların insan haklarına
duydukları saygıdır. Hattuşaş, 1986
yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alındı. Hititler’in Hint-Avrupa
ailesine ait olan dili kullanmaları çivi ve hiyeroglif yazısı ile günümüze
aktardıkları bilgiler oldukça heyecan vericidir.
Hattuşaş daha çok
tarih ve arkeolojiye ilgi duyan yüksek eğitim görmüş kişilerin tercih
ettiği bir arkeolojik alandır. Çoğu zaman yerli, eğitimli günübirlikçi turistler görülse de Hitit uygarlığına ait
kültürel miras dünya insanlarını mıknatıs gibi çekicidir. Hitit'lerin resmi yazışmaları,
antlaşmaları, kanunları ve daha birçok vesikalarını sakladıkları büyük bir devlet
arşivi meydana çıkarılmıştır. Boğazköy’deki bu keşif Anadolu’daki ilk devlet
arşivi olarak kayıtlara geçmiştir. Burada bulunan çivi yazılı kil tabletler,
etiketler kataloglar Çorum ve Ankara Arkeoloji Müzesi'nde bulunmaktadır.
Güneşin Doğuşunu Nemrut Dağı’nda İzlemek
Birçok insanı etkilemeyi başaran çok az yer vardır. Bunlardan
biri de Adıyaman’ın Kahta İlçesi’nde 2150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı
yamaçlarındaki anıt mezarlıktır. Bu anıtsal yapı Dönemin Kommagene Kralı I.
Antiochos tarafından tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için
yaptırılmıştır. Yunanca "Genler Topluluğu" anlamına gelen Kommagene,
ismiyle bağdaşırcasına, Grek ve Pers uygarlıklarının inanç, kültür ve
geleneklerinin bütünleştiği güçlü bir krallık olmuştur. Burası anıtsal
heykelleri ve benzersiz manzarası ile Helenistik Dönemin en görkemli
kalıntılarından birisidir. Dev heykeller
doğu, batı ve kuzey teraslarına yayılmıştır. Doğu terası kutsal merkezdir ve bu
nedenle en önemli heykel ve mimari kalıntılar burada bulunmaktadır. İyi
korunmuş durumdaki kartal başlı kralları ve tanrıları simgeleyen dev heykeller
kireçtaşı bloklarından yapılmıştır ve 8-10 metre yüksekliktedir. Dağda varlığı bilinmekle beraber kral mezarı,
henüz keşfedilememiştir.
Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı dev heykellerin ve anıt
mezarın yanı sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batışının
seyredilebildiği yer olmasıyla da ilgi çekmektedir. Her yıl binlerce insan
gündoğumu ve gün batışını seyretmek için Nemrut Dağına gelmektedir. Bu bölgede
büyük yırtıcı hayvanların yaşamaması turistler için büyük şanstır. Çoğu turist
bulutlu havada kaçırdıkları gün doğumu veya gün batımını izlemek için yeniden
buz gibi bir geceyi daha dağda battaniye ile geçirmektedir. Dünyanın 8
harikasından biri olan Nemrut Dağı’nda gecelemek de bir şans olarak
görülmelidir. Nemrut Dağı 1987 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine
alınmıştır.
Yeşil ile mavi arasında kalmış Xantos ve Letoon
Xantos, yeşili ve mavisi ile ünlü eğe sahili Fethiye’ye 46
km. uzaklıkta, Kınık köyü yakınlarında bulunan bir antik çağ kentidir. Şehir
Antik Çağda Likya’nın en büyük idari merkezidir. Xantos’un kitabelerdeki
adı Arnna’dır. M.Ö. 545’te Perslerle
yapılan amasız savaşta Xantoslular çocukları, kadınları Perslerin eline
geçmesin diye onları ve şehri yakmışlardır. Şehir Pers egemenliğine girdiğinde
büyük bir kül yığınına dönüşmüştür. Xantos Likya Birliğinin başkenti olmuştur.
Romalıların kontrolüne giren kent, bundan sonra Bizans egemenliğine girmiş ve
7. yüzyıldaki Arap akınlarına kadar Bizans şehri olmuştur. Kalıntıları
ziyaretinizde size çok farklı hisler yaşatacak olan Xantos sizi insanlık
tarihinde bir yolculuğa götürecektir. Likya gelenekleri, Helenistik ve Roma
dönemi etkilerini gösteren bu merkez 1988 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne
alınmıştır. Xantos’taki birçok eserin yasal olmayan yollardan Türkiye dışına
çıkarılmış olması çok üzücüdür. Fethiye yolu üzerindeki bu şehri ziyaret
etmeden gitmemek gerekir.
Letoon, Fethiye’deki
Xanthos’a 4 km. uzaklıkta bulunur. Şair Ovidius´un anlattığı bir öyküye göre
kent, Zeus´tan hamile kalan Leto´nun adına kurulmuştur. Kentte en eski yerleşim
izleri MÖ 7. yüzyıla kadar gider. Kalıntılar ve ele geçen kitabeler buranın
dinsel ve politik bir alan olduğunu göstermektedir. Ören yeri merkezinde yan
yana üç tapınak bulunuyor. Bunlardan en kuzeydeki Leto, ortadaki Artemis,
güneyindeki Apollon´a adanmıştır. Letoon, Antik Çağda Likya’nın dini merkezi
konumundadır. Peripteros tarzında yapılmış Leto tapınağı 30.25 metreye 15.75 metre
büyüklüğündedir. Letoon antik kenti de Xanthos ile birlikte 1988 yılında UNESCO
Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır.
Türk Mimarisinin Yaşayan Şehri, Safranbolu
Safranbolu
Anadolu´da gerçekleşen modern şehirleşmeden fazla etkilenmemiştir. Çünkü Safranbolu’nun topoğrafyası da nüfusun ve şehrin gelişimine engel olmuştur. Şehir
mimari gelenekleri, özellikle yarı ahşap, üç odalı Pontian Yunan stilinde
depreme dayanıklı evleriyle çok önemli bir destinasyondur. Safranbolu’da 18 ve
19. yy. başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunmaktadır. Karadeniz
kıyılarını, Batı, Kuzey ve Orta Anadolu’ya bağlayan yol üzerinde yer alan
tarihi Safranbolu Şehri, coğrafi konumu nedeniyle çok eski devirlerden beri
yerleşim görmektedir. Türk kentsel tarihinin iyi korunmuş örneklerinden
biridir. Şehir ahşap, taş ve kerpiç malzeme ile inşa edilen konak görünümlü
karkas evleri, camileri, çeşmeleri, han ve hamamları, yemeniciler arastası ve
geleneksel şehir dokusuyla, bütünü sit alanı olarak ilan edilen ülkemizin ender
yerleşmelerinden biridir.
Osmanlı Devleti döneminde, Safranbolu evlerinin harcına
yumurta akı katıldığı ve bunun güçlü bir çimento etkisi yaparak çok uzun süre
depreme dayandığı rivayet edilir. Bu evlerin bir depreme dayanma özelliği de
toprağın dibine yapılmamasıdır. Safranbolu evleri beyaz renklidir ve bu evler
birbirinin önlerini kapatmazlar. Safran otuyla meşhur Safranbolu 1994 yılında UNESCO
Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Şehirde çok sayıda Japon görürseniz
şaşırmayın çünkü Japonlar da bu şehir gibi geleneklerine bağlı bir toplumdur.
Homeros Usta’nın Destansı Anlatımıyla Troya
Homeros Antik Çağ'da yaşamış İyonyalı ozan Homesros ustanın
İlyada ve Odysseia destanlarını okumayan
varsa okunmasını tavsiye ediyoruz. Zira Homeros Başta İlyada olmak üzere her
iki destan da Truva Savaşı ve bu savaşta yer alan karakterlerle ilgili
söylenceleri dile getirmektedir. Tarihçilerin anlatımına göre Yunanistan’da yaşayan Akalar ile Batı Anadolu’da
yani Çanakkale’de yaşamış olan Truvalılar arasındaki bu savaşın yaklaşık üç bin
iki yüz yıl önce yaşandığı ve on yıl sürdüğü yazılmaktadır.
Troya, Çanakkale, Kaz dağları eteklerinde yer alan dünyadaki
en ünlü antik kentlerden birisidir. Troya Çanakkale merkez ilçeye bağlı
Tevfikiye köyünün batısında yer alan “Hisarlık Tepesi”nde bulunur. Truva
Savaşı’nın gerçekleştiği antik kent, 1870’lerde Alman tüccar ve amatör arkeolog
olan Heinrich Schliemann tarafından keşfedilmiştir. Troya antik kenti Çanakkale
Boğazı’nda bir liman kenti olarak kurulmuştur fakat Karmanderes nehrinin
kent kıyılarına taşırdığı alüvyonlar nedeniyle denizden uzaklaşarak önemini
yitirmiştir.
Bugün hala kazılar devam
ediyor. Milli park içindeki Truva atı tehlike içerdiği için ziyarete kapalı
olsa da bol bol fotoğraf çektirilebiliyor. Milli park içindeki müzede Truva atı
modelleri ve fotoğraflarını görebilirsiniz. Pithos bahçesi ve 20 ton
ağırlığında granit taşa dikkat edin o Troya’nın sembolüdür. Troya, 1998 yılında
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır.
Bir Mimar Sinan Baş Yapıtı Selimiye Cami
Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan Edirne
her açıdan ilginç bir şehirdir. Şehir Mimar Sinan'ın 80 yaşında yaptığı ve
"ustalık eserim" dediği anıtsal yapı Osmanlı-Türk sanatının ve dünya
Mimarlık tarihinin baş yapıtlarından biri olan Selimiye Camii bünyesinde
barındırır. Şehrin siluetini taçlandıran Selimiye Camii ve Külliyesi, 16.
yy.’da Sultan II. Selim adına yaptırılmıştır. Selimiye Camii’nin teknik
mükemmelliği, boyutları ve estetik değerleriyle döneminin ve sonraki zamanların
en muhteşem eseri olarak ün kazanmıştır.
Cami estetik bir değere sahiptir. İnce ve zarif 4 minaresi vardır. Büyük kubbesiyle görkemli Camii, iç tasarımında kullanılan ve döneminin en iyi örnekleri olan taş, mermer, ahşap, sedef ve özellikle çini motifleri ve ince işçilikleri ile dikkati çekiyor. Sanat tarihçisi Ernst Diez bu cami için şunları söyler: "Selimiye; mekan büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi bakımından yeryüzündeki bütün yapılardan üstündür." Bu eser Mimar Sinan'ın aynı zamanda usta bir şehircilik uzmanı olduğunu da göstermektedir. Edirne Selimiye Camii 2011 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmiştir.
Yeryüzünün İlk Şehri Çatalhöyük
Konya’nın Çumra ilçesi insanlığın ilk şehri olan
Çatalhöyük’ü barındırıyor. İnsanoğlunun gelişiminde önemli bir evre olan
yerleşik toplumsal hayata geçişle birlikte, tarımın başlangıcı Çatalhöyük’te
gerçekleşiyor. Çatalhöyük 1958 yılında arkeolog J. Mellaart tarafından
keşfedilmiştir. Yeryüzündeki ilk tarım toplumu, sulama kanalları, bazı
hayvanların evcilleştirilmesi, lojistik depolama, kentli hayata geçiş
Çatalhöyük’te gerçekleşiyor. İki höyükten oluşan Çatalhöyük Neolitik dönem Doğu
Höyüğü ve Kalkolitik dönem Batı Höyüğü kazı alanlarında insanlık tarihi
araştırılmaya devam ediliyor.
Çatalhöyük için insanlığın ilk kenti tanımlaması yanlış
olmaz. Çatalhöyük’te yeryüzünün en uzun süren barışı yaşanmıştır. Çünkü şehir
içlerine çatılardan girilen birbirine bitişik evler ile sokağı olmayan yerleşim
şekliyle ünik bir özellik sergilemektedir. Ortadoğu ve Anadolu’da diğer
Neolitik alanlar bulunmuş olmasına rağmen, Çatalhöyük Neolitik Kenti,
kalıntıların boyutu, yaşayan toplumun yoğunluğu, güçlü sanatsal ve kültürel
gelenekler ve zaman içindeki sürekliliğin benzersiz bileşimi ile olağanüstü
evrensel değer taşımaktadır. Çatalhöyük’te evlerin duvarlar sıvalıdır, sıva
üzeri beyaza boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler
yapılmıştır. Rölyeflerde insan ve hayvan f,gürleri vardır. Heykelcikler ve
tapınma gibi olağan dışı durumlarıyla Çatalhöyük büyük bir insanlık servetidir.
Şehir bir yangınla yanarak yok olmuştur. Çatalhöyük 2012 yılında UNESCO Dünya
Miras Listesi’ne girmiştir.
Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı
İzmir’in Bergama ilçesi Kale Dağı tepesindeki Pergamon
Antik metinlerde Pergamon ya da Pergamonos olarak geçiyor. Doğu ve Batı
yönünde uzanan vadinin ortasında bulunan Pergamon diğer adıyla Bergama
medeniyet tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Pergamon Tepesi’ndeki
Akropol’de ilk yerleşim izleri M.Ö.7 - 6. yüzyıla kadar gitmektedir. Şehri kimin kurduğu
tartışma konusudur. Lidyalı gezgin ve coğrafyacı olan Pousanias, diğeri
Pergamos ve son olarak da Herakles’in oğlu Telepos tarafından kurulduğu
söylenmektedir. Şehir Helenistik Bergama Krallığının başkenti olmuştur.
Döneminde önemli bir eğitim merkezidir.
Antik kenti ziyaretinizde Akropol alanında girdikten sonra
sağa dönerseniz saraylara, düz devam ederseniz Heroon, Athena ve Zeus Sunağına
ulaşırsınız. Antik Çağ tapınakları için çok özel bir yere sahip olan Athena
Tapınağı’nda, Pergamonun bilinen en eski tapınak olma özelliğine sahiptir.
Bergamon’da bulunan Zeus Sunağı, arkeolog Carl Humann tarafından, Osmanlı’nın
son döneminde yasaların zaaflarından faydalanılarak gemilerle parça parça
Almanya’ya götürülmüştür. Bergama’dan götürülen diğer parçalarda Berlin de
Pergamon müzesinde sergilenmektedir. Athena tapınağının yanında kütüphane yanında
bulunmaktadır. Pergamon da yer alan kitap sayısının yüzbinleri aşınca bunu
kıskanan Mısır Krallığı, Pergamon’a
papirüsü göndermeyi bırakmıştır. Bunun üzerine Pergamonlular, “Parşömen”
kağıdını keşfetmeyi başarmışlardır. Pergamon 2014 yılında UNESCO Dünya Miras
Listesi’ne girmiştir.
Yeşillikler içinde bir pırlanta CumalıKızık
Yeşil Bursa’nın Yıldırım ilçesine bağlı bir mahalle olan
Cumalıkızık, Uludağ´ın kuzey eteklerinde kurulmuş 5 Kızık köyünden
birisidir. Masallardan fırlamış gibi
duran bu köyde evler genelde üç katlıdır; birbirine akraba olan ailelerin
birlikte, tam bir işbirliği ve uyum içinde yaşamlarını sürdürdüğü
bilinmektedir. Cumalıkızık, 270 evden oluşmakta, ancak günümüzde 180 ev
kullanılmaktadır. Cumalıkızın evlerinde pencereler üst katlarda kafesli veya
cumbalıdır. Cumalıkızık Köyü’nün kuruluşu yaklaşık 1300´lü yıllara dayanır.
Köydeki tarihi doku çok iyi korunmuştur. Bu köy
Osmanlı erken döneminin kırsal kesim sivil mimari örnekleri günümüze
ulaşmayı başarmıştır. Birçok dizi ve film için film seti olan köy
Türkiye’de oldukça popüler bir yere sahip. Elbette İstanbul’a yakın olması da
ayrı bir avantajı. Cumalıkızık’a gidenler burada bulunan Etnografya Müzesini
ziyaret ederek kızık köyleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilirler. Bol
eksijen ve geçmişe bir yolculuk isteyenlerin uğrak yeri Cumalıkızık Köyü’dür.
Büyük çınar ağaçları altında çay içmek, sokaklarında yavaş yavaş dolaşmak
cumbalı evleri izlemek, bol bol fotoğraf çekmek keyifli bir hafta sonu
etkinliği olabilir. İşte bu güzel köy Cumalıkızık 2014 yılında UNESCO Dünya
Miras Listesi’ne girmiştir.
Hevsel Bahçeleri’nde Bir Gün
Tarımın ambarı Mezopotamya! Diyarbakır’ı çevreleyen surları
ile Dicle Nehri arasında onbinlerce dönümlük alana yayılan Hevsel Bahçeleri
bulunur. Surlar ve Hevsel Bahçeleri Diyarbakır’a ilk defa gelenleri şaşırtmaya
yeter. Hevsel Bahçeleri şarkılara,
türkülere, efsanelere konu olmuştur. Bu bahçeler yüzlerce kuş türünün
yuvasıdır, barınağıdır, yaşam alanıdır. Diyarbakır Kalesi ile bütünleşen Hevsel
Bahçeleri çarpık kentleşmeden kalan son yeşil alanlardır. Tarihi Diyarbakır
kalesinin kökeni milattan önce 3 binlere dayanır. Diyarbakır’ın simgesi
niteliğinde olan Diyarbakır surlarının ilk defa MÖ.3.000-4.000 yıllarında
Huriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılmıştır. Önemli bir
savunma yapısı olmanın yanı sıra içinde barındırdığı Helen, Latin, Süryani,
Ermeni ve Arap dillerindeki yazıtlarla Anadolu´da iç içe geçmiş uygarlıkları
belgeleyen üstün evrensel değere sahip bir kültür varlığıdır. Binlerce yıldır
kaleyle bağlantısı olan Hevsel Bahçeleri ise Asurlulardan günümüze, şehrin
yiyecek ihtiyacını karşılayan önemli bir doğal alandır. Diyarbakır’ın sebze
deposu olarak bilinen tüm şehrin sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan Hevsel
Bahçeleri kültürel dünyamızda da önemli bir öneme sahiptir. 2015 yılında UNESCO
Dünya Miras Listesi’ne girmiştir.
Egenin Dünyaya Hediyesi Efes
Türkiye’nin dünyada en tanınmış antik kentlerinden biri
İzmir’in Selçuk İlçesinde bulunan Efes Antik Kentidir. Selçuk ilçesi “Dünyanın
Yedi Harikası”ndan biri olan Artemis Tapınağı´na ve asırlardır dini merkez
işlevi gören Selçuk Meryem Ana Evi´ne ev sahipliği yapmaktadır. Efes, Anadolu
uygarlıklarının çeşitliliğini yansıtan eşsiz bir kültür mirasıdır. Her yıl
dünyanın birçok ülkesinden yüz binlerce ziyaretçi Efes’e turist olarak ya da
hac amacıyla gelir. Efes Hristiyanlar için önemli bir hac mekânıdır. Her yıl
ortalama 1,5 milyon kişinin ziyaret ettiği, Türkiye’nin en güzel antik
şehirleri arasında yer alan Efes Antik Kenti’nde kazılar 100 yılı aşkın süredir
devam ediyor. Her biri görkemli mimari şaheser olan Celcus Kütüphanesi,
Yamaç Evler, Antik Tiyatro, Kral Yolu ve çok sayıda arkeolojik eseri Efes’te en
çekici yapılardır. Efes’e gelen denizcilerin gözde mekânı Aşk Evi, hamam ilginç
hikayelere sahiptir. Efes tarihte tamamen mermerden yapılan ilk şehirdir.
Efes’e gidenler mermer yolda bir aşağı bir yukarı yürüyerek bu ziyaretin
keyfini çıkarmalıdır çünkü bu şans her zaman olmayabilir. Dönemin en varlıklı
şehirlerinden biriydi bugün de bu görkeminden bir şey kaybetmiş değil. Bu kadar
renkli insanı farklı coğrafyalardan kendine çekmeyi bilen kaç şehir vardır?
Efes’in iki kapısı var siz üst kapıdan girin içinize sindire sindire alt
kapıdan çıkın. Egenin yıldızı Efes 2015 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne
girmiştir.
Kars’ın Yükselen Yıldızı Ani Harabeleri
Doğu Ekspresiyle Kars’a giden yerli turistlerin sayısı
oldukça yüksek. Ankara-Kars arasında yapılan bu uzun yolculukta yapılan sosyal
paylaşımlar Kars’ı popüler bir turizm destinasyonu haline getirdi. Kars’ta en
çok ziyaret edilen alanların başında Ani harabeleri geliyor. Türkiye-Ermenistan
sınırına yakın Arpaçay nehri kenarında bulunan Ani, Ermeni Bagratuni
hanedanlığı döneminde önemli bir güç ve kültür merkezi olmuştu. Ani Arkeolojik
Alanı, Erken Demir Çağından 16. yüzyıla kadar yerleşimin sürekli olduğu, Orta
Çağ’ın şehircilik, mimarlık ve sanat açısından gelişiminin tüm zenginlik ve
çeşitliliğinin bir arada görüldüğü çok kültürlü bir yerleşimdir. Ani, Ermeni
mimarisinin seçkin örnekleriyle beraber, Gürcü ve Selçuklu mimarisinin de
örneklerini taşımaktadır.
Ani Harabelerine gitmek için kara veya tren yolu yerine
havayolu tercih edilebilir. Kars Havaalanı, Kars merkezine yaklaşık 6 kilometre
uzaklıkta. Kars’a geldikten sonra Ani Harabeleri'ne giden dolmuşları
kullanabilirsiniz. Ancak bu dolmuşlar çok sık sefer düzenlememektedir. Şunu da
hatırlatmak gerekir ki Uzun süre Ermeni ve Bizans yönetiminde kalan Ani'ye çok
sayıda kilise inşa edilmiştir. Bu nedenle Ani Harabeleri, "1001 Kilise
Kenti" olarak anılıyordu. Bu özellikleriyle Ani Arkeolojik
Alanı 2016 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmiştir.
Güzellik Tanrıçasının Evi Aphrodithe
Aydın İli'ne bağlı Karacasu ilçesinde yer alır. Adını aşk
ve güzellik tanrıçası Aphrodite’den alan Aphrodisias özellikle Roma çağında
Aphrodithe tapınımı ile ünlenmiş antik bir kent olup, günümüzde de çok iyi
korunmuş anıt yapıları ile Türkiye’nin en önemli arkeolojik yerlerinden
biridir. O dönemdeki en büyük zenginlik
kaynağını ise kentin kuzeyinde, Babadağ eteklerinde yer alan mermer ocakları
sağlamıştır. Bu kentin Türkiye’deki keşfi çok ilginçtir. Ünlü fotoğrafçı, foto
muhabiri Ara Güler 1958 yılında Aydın’da baraj açılışı için haber yapmaya
gidince yolunu kaybeder ve bir antik alanda köylülerin çalıştığını görür ve bu
alanı fotoğraflar, böylece Aphrodithe Antik kenti bir gazeteci tarafından
keşfedilmiş olur.
Bu kent antikçağın önde gelen mimarlık, sanat,
heykeltıraşlık ve tapınma merkezlerindendir. Bizanslı yazar Stephanos, kentin
kuruluşunu M.Ö. 13. yüzyıla kadar dayandırmaktadır. Karacasu ilçesinin 12 km.
güneydoğusunda bir Karia kenti olarak kurulan Aphrodisias, altın çağını Roma
döneminde yakalamıştır. Bu dönemde olağanüstü güzellikte mermer heykeller ve
yapılar inşa edilmiş ve Aphrodisias stili olarak bilinen bir sanat ekolü de
gelişmiştir.
Bizans Dönemi’nde Afrodisias Karia Bölgesi Baş Piskoposluğu haline getirilmiştir. M.S. 6–11. yüzyıllarda bölge siyasi, dini ve ekonomik sıkıntılarla Vizigot ve Arap akınları yüzünden önemini yitirmiştir. Bizans kaynaklarına göre 11–13. yüzyıllar arasında bölgeyi dört kez Selçuklular ellerine geçirmişler ve Karacasu toprakları Türkmen boylarınca iskân edilmiştir. Böylece bir süre Menteşe Beyliği, daha sonra da Aydın Oğulları egemen olmuşlardır. 1413 tarihinde II. Murat Karacasu topraklarını Osmanlı İmparatorluğuna katmıştır. 1867 tarihinden itibaren de Karacasu İlçesi olarak Aydın’a bağlanmıştır.
Bu özellikleri nedeniyle, Aphrodisias Antik Kenti yaklaşık 2-3 km. kuzeydoğusunda bulunan antik mermer ocakları ile birlikte 2017 yılında Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmiştir.
Bizans Dönemi’nde Afrodisias Karia Bölgesi Baş Piskoposluğu haline getirilmiştir. M.S. 6–11. yüzyıllarda bölge siyasi, dini ve ekonomik sıkıntılarla Vizigot ve Arap akınları yüzünden önemini yitirmiştir. Bizans kaynaklarına göre 11–13. yüzyıllar arasında bölgeyi dört kez Selçuklular ellerine geçirmişler ve Karacasu toprakları Türkmen boylarınca iskân edilmiştir. Böylece bir süre Menteşe Beyliği, daha sonra da Aydın Oğulları egemen olmuşlardır. 1413 tarihinde II. Murat Karacasu topraklarını Osmanlı İmparatorluğuna katmıştır. 1867 tarihinden itibaren de Karacasu İlçesi olarak Aydın’a bağlanmıştır.
Bu özellikleri nedeniyle, Aphrodisias Antik Kenti yaklaşık 2-3 km. kuzeydoğusunda bulunan antik mermer ocakları ile birlikte 2017 yılında Dünya Miras Listesi’ne kaydedilmiştir.
Yeraltında Bir Şehir Göreme Milli Parkı ve Kapadokya
Kapadokya, Perslerin dilinde beyaz atlar ülkesi anlamına
gelir. Bu doğal ve kültürel miras 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve
Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların
milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgâr tarafından aşındırılması ve insanların
bu alanları yaşam alnı olarak kullanmasıyla ortaya çıktı. Hititler´in yaşadığı
topraklar daha sonraki dönemlerde Hristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri
oldu. Göreme Peri bacalarının içinde yerleşim sürdüğü 2000 nüfuslu bir
kasabadır. Yörede Hıristiyanlık öncesi dönemden kalan mezar odalarını kayalar
üzerinde görünür. Göreme, özellikle 7–13. yüzyıllar arasında baskılarından
kaçan Hıristiyanların yerleşmesiyle Hıristiyanlığın önemli bir merkezi haline
gelmiştir. Nevşehir’e 10 km uzaklıkta bulunan Göreme kasabası
Nevşehir-Ürgüp-Avanos üçgeni arasındaki etrafı vadilerle çevrili bölgede yer
alır. Bu doğal miras kayalara oyulmuş benzersiz evleri, kiliseleri, yeraltı
şehirleri, rengarenk balonları, ünlü şarapları ve muhteşem günbatımıyla
Kapadokya büyüleyici ve gizemli bir atmosfere sahiptir. Göreme ve Kapadokya’da
Hristiyan azizlerin muhteşem dirayetine şahit olacaksınız. Göreme Milli Parkı
ve Kapadokya’yı günü birlik olarak ziyaret etmek büyük bir kayıp olur. İşte bu
nedenle bu alana en az 3 gün ayırılmalıdır. Göreme’de Güllüdere Vadisi, Üç
Haçlı Kilise, Ayvalı Kilise ve Zemi Vadisindeki kiliseler mutlaka görülmelidir.
Aşk Vadisi, Uçhisar Kalesinde vakit geçirip Kapadokya’da gün batımını yaşamadan
ayrılmak büyük bir eksiklik olur. Bu alanlar 1985 yılında Dünya Miras
Listesi’ne kaydedilmiştir.
Türkiye’nin Pamuk Prensesi: Pamukkale
Türkiye’nin dünyadaki en meşhur coğrafi miraslarından biri
Denizli’nin Karahayıt Bölgesinde bulunur. Aslında burası kaynak sularının
kirecinden oluşmuş tepedir. Çal Dağının Güney eteklerinde yer alan Pamukkale doğal
bir mirastır. Şehir merkezine yaklaşık 20 km uzaklıktadır. Pamuk gibi görüntüyü
akan sulardan kalan karbonat mineralleri oluşturur. Akan jeotermal sular terasları,
travertenleri kaplar ve ortaya Pamukkale çıkar. Bu bölgede, 35 °C den 100 °C ye
kadar 17 adet sıcak su kaynağı vardır. Pamukkale
bölgesi ve Pamukkale’nin hemen üst tarafında yer alan Hierapolis Anfi Tiyatro
ve kaplıcaların bulunduğu Karahayıt yöresi büyük bir kültür ve turizm alanıdır.
Pamukkale gezisinde travertenler, Kleopatra havuzu, ile Laodikeia Antik Kenti mutlaka ziyaret edilmelidir. Denizli Honaz’da yer alan
başka bir doğa mirası olan Kaklık Mağarası ile gerçekten görülmeye değer bir
coğrafi mirastır. Eğer Pamukkale’ye yolunuz düşerse fotoğraf çekmeye
doyamazsınız. Pamukkale yılda 1 milyondan fazla turist ağırlayan bir alandır. Masallardan
fırlamış gibi bir görüntüye sahip olan bu alan 1988 yılında Dünya Miras
Listesi’ne kaydedilmiştir.
Göbeklitepe: Avcı Toplayıcı Toplumun medarı iftiharı
Dünya Mirası Listesine 2017 yılında giren Göbeklitepe Alman Arkeoloji Enstitüsü arkeologlarından Klaus Schmidt tarafından keşfedilmiştir. Daha önce Urfa halkı tarafından adak yeri olarak kullanılan Göbeklitepe geçmişle analoji kurmanın en önemli mekanı olarak görülmelidir. Göbeklitepe illa bir tapınma yeri olmak zorunda değil, belki de bir toplanma yeridir. Oradaki T şeklindeki 15 tonluk kaya stinlerin kabileleri temsil eden dikili taşlar olduğunu düşünüyorum. Neden dairesel yapılar inşa edilmiş diye düşününce aklıma bir neden gelmiyor ama inşa etmek kolay olduğu için olsa gerek diye düşündüm. Bir de not, başarılı bir arkeolog olan Klaus Schmidt kazılar sırasında tanıştığı arkeolog Çiğdem Köksal ile evlenmiştir. Doğuş grubunun yaptığı ziyaret alanını beğendim.
Yorumlar
Yorum Gönder