Kayıtlar

Temmuz, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İstanbul yanıyor söndüren yok mu?

Hani bir Nil Karaibrahimgil şarkısı var ya! "İstanbu'dayım takılıyorum" işte öyle! Kafamı dışarı çıkarasım yok! Sıcak, sıcak daha da sıcak olacak! Kendimi dondurma gibi hissediyorum! Yeşilköy'e gitmem lazım ama evin içinde dolanıp duruyorum! İstanbul yanıyor! Estambul buharlaşıyor! Tansiyonu olan, çocuğu olan evden çıkmasın! Mazallah beyin kanamasından, cilt kanserinden gidersiniz. Neyse efenim bu güzel Nil Karaibrahimgil'in şarkısı ile size kar yağdırıyorum kıymetimi bilin! İstanbul İstanbul Olali böyle sıcak görmedi arkadaş! Hani gönlüne güç yetmez Allahım işine karışmak gibi olmasın ama şöyle bir kar serpiştirsen diyorum!   Yok, vazgeçtim sen bildiğin gibi yap! Arayı iyi tutmak lazım dostlar. Bir de şarkının nakaratını " İstanbuldayım takılıyorum, Boru değil seni düşünüyorum" şeklinde algılıyorum. Düşünün o haldeyim yani! Nasıl çarptı ise bu havalar!

Bekle bizi Olimpiyat

Atletlerimizle “hızlıyus”,  yüksekten atmayı severus, güreşçilerimizle güçlüyüs anladın mı! Türkçe bilmeyene olimpiyatın sloganının Latincesini veriyorum “citius/daha hızlı, altius/daha yüksek, fortius/daha güçlü.” Londra Olipiyat oyunları başlıyor. Darısı İstanbul’un başına diyorum. İnşallah biz o günleri görürüz eğer olimpiyatları alırsak yıllık iznimi elbette olimpiyat için kullanacağım. Buna değer diye düşünüyorum. Olimpiyatların doğuşu ile ilgili birçok efsane var bu efsaneleri bizim Manisalı(Magnesia) gezgin Pausanias yazmıştır. Efsanelerin hepsi de pagan kültürünün ürünüdür. Şöyle ki, efenim bizim Herakles bir yarış düzenler 5 kardeştir, o yüzden olimpiyatta 5 halka vardır ve yarışı kazanan kardeşine defne yaprağından taç takar bu da olimpiyat bayrağındaki defnedir… ıdı bıdı bir sürü efsane! İlk olimpiyatlara kadınlar alınmıyordu. Paganlar bile eblehmiş arkadaş diyorum! Aslında oyunların amacı çok pragmatisttir. Sürekli savaşan Yunan şehir siteleri sadece bu olimpiyat oyunları

Berhudar olasın Patates!

Resim
Ortaköy’de kumpir yenilecek dedin mi, akan sular durulur. Al şöyle bir kumpir büfeden ver sırtını Ortaköy Camii bahçesine önünde Estambul Boğazı ohhh! Bundan iyi keyif mi olur! Kumpir sefasının yüklemi sensin, tümleci Ortaköy peki ya öznesi! Cevap veriyorum “Patates”. Aferin çekirge! Bildin patates. Gel yamacıma bu güzel sebzeyi anlatayım sana.   Peru’da İnka hazinelerine ulaşan İspanyol kralı yerde duran bir patatesi alarak yanındaki papaya verir. “Nedir bu yeğenim der?” Papa cevap veremeyince kral işe uyuz olur “papas” der bu tuhaf sebzeye. Sonra Fransızlar İspanyolca Patata, İngilizler ise biraz da yuvarlayıp “potato”derler. Kelimenin İspanyollar, Fransızlar ve İngilizler üzerinden İstanbul’a geliş şekli “Patates” şeklinde olur.   Bir diğer kol olan kuzey Avrupa’da patatesi İspanyollardan alan Almanlar bu tuhaf bitkiye “Grund Birne” yer armudu derler. Macarlar derhal kopye çekip krumpli yapar kelimeyi, Yugoslavlar durur mu “krumpir” derler, hoop onlardan Bulgarlar kelimey

Temcit pilavı ve lüfer

Resim
Burada zaman zaman dönüp dolaşıp temcit pilavı gibi aynı konuya değindiğimizi görürsünüz, bugün yine bunu yapacağız ama bunun için geçerli bir nedenimiz var! Yapılan birçok bilimsel çalışmalarda lüferin ilk üreme boyunun 21 ile 24 cm’arasında değişmesine rağmen su ürünleri avcılığını düzenleyen tebliğde minimum av boyu 20 cm olarak belirtilmiştir.  Bu da demek oluyor ki lüferleri daha üreyemeden avlıyoruz! İşte bu sirkülerle mücadele etmek boynumuzun borcudur. 1 Mayıs-31 Ağustos tarihleri arasında çevirme ağları ile avcılığı yasaktır. İstanbul Boğazının sultanı lüfer için lütfen bir imza atalım . Bu konuda mücadele veren aktivistlerimizi ve STK’larımızı destekleyelim . Dikkat, yaz aylarında Ege’den Marmara’dan İstanbul Boğazını geçerek Karadeniz’e açılan lüfer sürüleri yumurta bıraktıktan sonra soğuk sularda kendini toplayarak yağ tutarlar ve eylül ayının ortasından itibaren de yağlanmış ve beslenmiş olarak yeniden İstanbul Boğazı’na girer.  Bence İstanbul Boğazı tam bir balık kapan

İstanbul'da yaşama Sanatı

Resim
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr İlber Ortaylı emekliye ayrılınca Topkapı Sarayı Müzesi’nin yeni Başkanlığına daha önce Ayasofya Müzesi  Başkanlığını  yürüten Prof.Dr Haluk Dursun atandı. Açık söylemek gerekirse Haluk hocadan başka bu görevi layıkıyla yapacak başka bir kişiyi tanımam. Yanlış anlamayın belki vardır da ben bilmiyorumdur, o anlamda kurdum cümleyi. Siz derseniz ki “Bolat hayır şu kişi bu görevi daha iyi yapar” cehaletimi bağışlayın derim. Haluk Dursun tam bir İstanbul aşığıdır hatta gezgindir. İstanbul’u tanımak isteyenlere onun “ İstanbul'da Yaşama Sanatı” adlı eserini tavsiye ederim. Haluk Hoca Topkapı Saray Müzesi Başkanı olunca kitabını tekrar raftan indirip göz attım, her yerini çizmişim, not düşmüşüm. Hatta kitabı okuduğum gün 2004 yılında George W. Bush NATO toplantısı için İstanbul’a gelmişmiş. Haluk Dursun bir zamanlar TRT-2’de  “Tarih Mekan” adlı güzel bir program yapardı ama bir gün uyandık bu güzelim TRT-2 kanalı vıcık vıcık taraflı siyaset kokan, TRT-

Dalga geçme lütfen!

Resim
Hayat bazen o kadar kalleş acımasızdır ki size oynayacağı oyunu hayal bile edemezsiniz.   Yer Arnavutluk Avlonya Limanı, bir bahar  günü 29 Nisan 1913. Vapur iskelesinde kurşunlar yeri göğü inletir ve adamın biri yere yığılır, insanlar toplaşır ve öldürülen kişinin Hürriyet Kahramanı ve Hareket Ordusu Subaylarından Resneli Niyazi olduğu anlaşılır. Kendi koruması tarafından vurulmuştur. Türk tarihinin aydınlatılamamış çirkin sahnelerinden biridir! Ölümü için  "Ne şehittir ne de gazi, pisipisine gitti Niyazi" diye alay edilmiştir.           Herkesin hayatında en az bir kaç kere kullandığı deyimi öğrendik. Resneli Niyazi Bey’in Başakşehir İlçesi sınırları içinde kalan bir çiftliği hala ayakta! Çiftlik, Sazlıdere Vadisi'nin hemen arkasında yani Küçükçekmece viyadüğünün arka tarafında. Resneli Niyazi Bey'in adını taşıyan Şişli’de  bir okul var. Sen dağlarda komitacılarla  çarpış, Yunan İsyanında, Bulgar isyanaında, Makedon isyanında kelleyi koltuğa al sonra gel kendi ark

Avar Avar

Resim
Nedir bu İstanbul’un bizden çektiği! İstanbul ilk defa 626 yılında Avar Türkleri tarafından kuşatılmış fakat Komutan Bonus’u aşamamışlardı. Bu yüzden Kâğıthane’nin tarihimizde farklı bir yeri vardır.  İstanbul'u  kuşatan Avarlar surlara en yakın yer olan Pissa köyü bugün ki adıyla Kâğıthane’ye konuşlanmışlar fakat baskın yiyen küçük donanmaları Bizanslılar tarafından yakılınca geri çekilmek zorunda kalıp bu işi Sultan II. Mehmet’e bıraktılar.           Avar kelimesi ile ilgili bir çok  etimolojik  tartışma var bana en yakın gelen etimolojik açıklama Avar kelimesinin kökeninin "av" kökeninden geldiği bunun için size şunu tavsiye ederim "Av, Avcı, Hun, Hunter" kelimelerini  yan yana  getirdiğinizde sanırım mesajı aldınız. Bizanslı Tarihçiler Avar sözcüğünü Hun'lular için de kullanmışlardır. Avar, avcı demektir. Mesela İranlılar Yağma-i Hun der aşk için, yani kalbimi yağmalayan Hunlu. Bizler de bazen Hunhar demiyor muyuz, atalarımıza barbar diyoruz!       

Kadın ruhlu şehir İstanbul

Resim
Bana, "hangi şehir kadına benziyor" diye sorsalar tereddütsüz “İstanbul” derim çünkü onda kadının tüm halleri bulmak mümkün: O, Kızkulesi kadar hüzünlü, Mihrimah Sultan kadar gururludur. Nişantaşı kadar zarif, Kurtuluş kadar naiftir. Çırağan kadar saraylı, Altınşehir kadar yoksuldur, Boğaz kadar süslü, Etiler kadar havalı, Maçka kadar dingindir. Laleli kadar fettan, Kadıköy kadar müşfiktir. Beyazıt kadar yaşlı, Beylikdüzü kadar gençtir. Moda kadar güleç, Kâğıthane kadar hüzünlüdür. Silivri ve Yedikule kadar mahpus, Bostancı kadar özgürdür. Bahçelievler kadar sağcı, Kartal kadar solcudur. Belki de Ümraniye kadar ortayolcudur. Çarşamba kadar muhafazakâr, Cihangir kadar liberaldir. Eyüp kadar kuralcı, Çarşı kadar anarşisttir. Beyoğlu kadar coşkulu, Anadolu Kavağı kadar sakindir. Mecidiyeköy kadar telaşlı, Sarıyer kadar sakindir. Esenyurt kadar küskün, Adalar kadar barışıktır. İstanbul, Valide Sultan kadar hükmedici, Zeynep Kâmil kadar anaç ve Safiye Ayla kadar duyguludu

Palavradan Medeniyet Üretmek

Resim
Sizin kütüphaneye bakış açınız ne bilemem! Bana göre ulusal ve   küresel belleğin lojistik merkezi kütüphanelerdir. Şimdi doğruyu söyleyelim en son ne zaman kütüphaneye gittik? “Ammaaaaan boşversene   internet çağında kütüphaneye ne lüzum var”  diyorsan lütfen bundan sonrasını okuma derim.  Bu toprakların çocukları pek yabanıl değildir Kütüphaneye.  Eski doğunun süper gücü Hititler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılardan birçok miras devraldık.              Dünyanın en eski kütüphanesi M.Ö 625 yılında kurulan Ninova Kütüphanesi’dir.   Musul yakınlarındaki bu muhteşem Asur Kütüphanesi  çapulcu Med ve Babil orduları tarafından talan edilip yakılmıştır.   1850 yılında Ninova Kütüphanesi kil tablet mirasını bulan İngiliz arkeologlar   Gılgamış Destanı ve Tufan efsaneleri dâhil olmak üzere birçok eseri ülkelerine götürmüşlerdir.   Saddam Hüseyin zamanında Ninova Kütüphanesi yeniden yapılacaktı ama onun başına gelenleri biliyorsunuz! Yakın tarihimize ait ilk kütüphane Osmanlı

O Mahalle bu Mahalle!

Resim
Mahalle kavramının hepimizin hayatında önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Kavram bu kadar sıcak olunca bunu markaya çeviren de oluyor. İstanbul’da Mahalle deyince akılıma gelen ilk mekân Nişantaşı Topağacı’ndaki Mahalle Kafe’dir. Maçka karakoluna sırtınızı verip Topağacına doğru inerseniz (bu arada caddenin sağındaki solundaki güzel butiklere de bakmanızı tavsiye ederim) yaklaşık 300 metre sonra Akbank’ın bitişiğindeki Mahalle Kafe’yi göreceksiniz. Bildiğin Mahalle ortamı masalar sokakta yaz boyunca. Nişantaşı mahalle kavramını çok sevmiş olmalı ki Nişantaşı’nın ikinci Mahallesi de İzzet Çapa önderliğinde geliyor. İzzet Çapa City’s in içinde kurulacak o lan Mahalle’nin çok orijinal olacağını iddia ediyor. Şimdi Cahide15, Beirut, Al Jamal, Limonata gibi güzel  mekanlar  açan birinin haliyle kredisi var tabi tarafımızda, kendisine inanıyoruz. Nişantaşı’na yolunuz düşerse City’s in sinema katında bulunan Limonata’nın Boğaz Manzaralı terasını tavsiye ederim. İzzet Çapa "Di

Bana İstanbul'u anlat!

Resim
Dur! bırak! Kaynasın kahvenin suyu... Bana İstanbul’u anlat nasıldı? Bana boğazı anlat nasıldı? Haziran titreyişlerle, kaçak yağmurlar ardı. Yıkanmış kurunur muydu o yedi tepe Ana şefkati gibi sıcak güneşte... İnsanlar gülüyordu de, Trende, vapurda, otobüste Yalanda olsa hoşuma gidiyor söyle Hep kahır, hep kahır, hep kahır,... Bıktım be... Dur! bırak! Kalsın, açma televizyonu! Bana İstanbul’u anlat nasıldır? Şehirlerin şehrini anlat nasıldır? Beyoğlu sırtlarından, yasak gözlerinle bakıp, Köprüler, Sarayburnu, minareler ve Haliç’e... Deyiverdin mi bir merhaba gizlice? İnsanlar gülüyordu de, Trende, vapurda, otobüste, Yalanda olsa hoşuma gidiyor söyle... Hep kahır, hep kahır, hep kahır, Bıktım be... Dur! bırak! Kımıldama, kal biraz öylece ne olur... Kokun İstanbul gibidir, Gözlerin İstanbul gecesi, Şimdi gel sarıl, sarıl bana kınalım. Gök kubbenin altında orda da beraber. Çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali, Hasretimin çölünde sanki bir pınar gibi... İnsanlar gülüyordu de, Tren

İstanbul Arıları

Resim
Şimdi, konumuz Arılar ve İstanbul. Ne alaka Bolat! Nedir senden çektiğimiz abuk sabuk konularla karşımıza çıkıyorsun! “Tuhaflık olsun diye değil buna inanın!” Ağustos ayına doğru hızla ilerlerken bu ayların bal hasadının yapıldığı aylar olduğunu, değerli bir büyüğümden öğrenmiştim.  Son yıllarda gıda hilecileri bizleri bal yiyemez hale getirdiler!  Ara sıra tuhaf haberler yapılır bizim medya. Bakın şöyle “Kadıköy’deki apartmanda arı dehşeti”, “ İstanbul’da arı istilası”, “Arılar saldırdı” gibi birçok saldırgan, cahilce başlık atarlar. Oysa haberini yaptıkları apartman  sakini kadın o gazetecilere ders gibi cevapla şunları söylüyor:   “…Ben bu durumu çok olumlu karşıladım bereket bu. Bunlar bal arısı İstanbul'da bu kadar evin içinde bizim evimizi seçtiler ne mutlu bana. Amacım onların bir tanesini bile öldürmeden doğaya salmak…."   bari vatandaş kadar bilinçli olun! Bilmiyor musunuz doğal denge arılar sayesinde korunuyor, onlar giderse biz de gezegende uzun süre kalamayacağı