Kayıtlar

Ağustos, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İstanbul'da tersine göç!

Resim
Göç sadece İstanbul’a doğru olmuyor. İstanbul içinde de göç yaşıyoruz. Kırsal alan ya da İstanbul’un kenar mahallelerine olan göçte artma durumu söz konusu. Bilmem kurtuluşa yolunuz düştü mü, özellikle siyahlar yoğun olarak bu bölgede. Yüzlerinde hep bir hüzün, gencecik insanlar! Bir de İstanbul içinde tersine göç var.  Halkalı, Beylikdüzü, Başakşehir, Tuzla, Kartal, Pendik,  gibi altyapısı biraz daha düzgün kırsal alana göç başladı.   Bu bölgelere yeni evlenenler ya da  bu bölgeden konut sahibi olanlar taşınıyor. Esenyurtta mantar gibi plazalar dikiliyor, emlak piyasası yakında patlarsa şaşmayın! Bu alım gücünü piyasa nasıl finanse edecek! İstanbul’a ve Estambul’da göç devam ediyor. Şehre kuşlar konar göçer her bahar Haberi olmaz dalgın şehirlilerin Sokak aralarında köklenir şehrin kötülüğü Yayılır meydanlara Sirenler çalarken geceleri Dönen ışıklar sızar perdeden odaya Kederli göçmenler gelir şehre, mevsim mevsim, Kimse bilmez, ellerinde bavullarla…  Şiir Ka

Amaaan Cin Ali

Resim
Cin Ali Hikayeleri Bugün yağmurlu havadan mıdır, bilemedim nedense çocuk ruhluyum. Eminim birazdan anlatacağım Rasim Kaygusuz hikâyesi sizi de çocukluğunuza götürecek.  İlkokul yıllarımın en önemli hatırası okuma fişleri ve bu fişlere can veren Cin Ali hikâyeleridir.  Kalem kavramayı henüz öğrenen minicik ellerimle, resim yapmayı pratik hale getiren kahramanım Cin Ali! Adamımsın Cin Ali! Minimalizm akımını bu millete çaktırmadan öğrettiğin için seni seviyorum Cin Ali. Rasim Kaygusuz Kitapları Cin Ali kitapların mucidi Rasim Kaygusuz, Gazi Eğitim Enstitüsünden mezun olup yıllarca Anadolu’nun irili ufaklı köylerini dolaşmış bir öğretmendir.   O bu hikâyelerini İstanbul’un pırıltısından, kültürel birikiminden değil, Anadolu’nun yoksul köylerinde kara kuru çocukların ışık saçan gözlerinden almıştır. Kolay öğrenilemeyen fişleri iptal eden, sıkıntıları not alan, çözüm yolları arayan idealist bir öğretmendir. Bir gün eşinin karşısına çıkıp ben bir dergi çıkaracağım der, dergi fikr

Hangi Yoldan Gideyim Abi!

Resim
Biliyorum ülkemizin çok büyük sorunları var ama ben yine de bir mikro İstanbul sorununu tartışmak istiyorum. İstanbul taksileri için kural yoktur, düzen ve özen mi dediniz? O ne ki! Fütursuzluk almış başını gitmiş!  Hiç mi iyi taksiciye rastlamadık çok nadir de olsa evet. Beni ayar eden en önemli sözleri “hangi yoldan gideyim” şimdi bu laf mealen taksici için şöyle bir anlam ifade eder “bakalım keriz yolu biliyor mu?” Benim aklımda da şunu uyandırır, sana araç verenin ya da sana taksici diyenin…..!           Kader, kısmet ya da kazaen 20 yıl önce 15 bin dolar verip bir taksi plakası almış olsaydınız ya da aileniz size bu kıyağı geçmiş olsaydı bugün 515.000 dolara sahip olacaktınız. Nerde böyle yağlı kapı var arkadaş! Bizler 25-30 bin TL’lik klimasız araçlarda seyahat ederken bu değer nereden geliyor? Çok nadir durumlar dışında hiçbir taksi fiş kezmez ben fiş kesmek isteyen bir taksi esnafına rastlamadım! Üstelik TAKSİ, kelimesi Fransızca(taxi) vergi kökünden dilimize geçmiştir!

İstanbul'da bir bayram günü

Resim
Bayramın ilk günü  ailecek bayramlaşmaya Nişantaşı’na gidiyoruz. Ihlamur yolu her zamanki gibi güzel butikler ve hoş vitrinlerle süslü, Kâğıthane dükkânının vitrini de harikaydı. Modacı Hakan Akkaya yakında Ihlamur yolu Nişantaşı’nda olacakmış vitrinde öyle yazıyor. Mahalle Kafe bayram nedeniyle kapalı. Nişantaşı sokakları bomboş herkes bir yerlerde olmalı. Teoman’la yemekten sonra biraz sokakları dolaştık sonra tutturdu “baba bana angry bird al, angry bird al” ala ala siyahını aldı çünkü kulağına basınca patlıyormuş! Artık tablet pc’yi her gün işe götürüyorum çünkü çocuk oyuna kaptırdı kendini, henüz 3.5 yaşında. Okuma yazma bilmeden internetten oyun indirilir mi? Neyse Citys’de ben biraz kitaplara baktım, Teo'da çocuk kitapları kısmında biraz eğlendi. İstanbul ile ilgili daha çok yayın çıkıyor artık, Pukka’nın rehber niteliğindeki kitapçıkları dikkat çekici. Yeni bir dergi gördüm adı  İstanbul Review, satın aldım ama inanın daha karıştırmadım. Dikkatimi çeken "Bil İst

Hay yaşa Billie

Resim
İstanbul sokakları bir âlemdir. Sürprizlerle doludur. Şehir sürekli devinim halindedir. İstanbul’un her semti başka vaatler sunar. Örneğin İstiklal Caddesi kalabalığa karışmanın, varlıkta yok olmanın, çoklukta kaybolmanın adresidir. İnsana yaşama zevki verir. Billie Not On Holiday diye bir grup var, sık sık çıkar karşınıza, swingti cazdı derken iki şarkı dinleyip yola devam edersiniz isterseniz 10 TL verir CD’lerini alırsınız. Grup Erasmus için Estambul’a gelen Billie Beckley adlı müteşebbis şeker  bir kız tarafından kurulmuştur, kendisi grubun vokalidir. Oh çok da iyi etmiş Billie. Bazen Beyoğlunda, bazen Cihangir’de bazen Tünel’de onlarla karşılaşmak an meselesi. Yolunuza çıkarsa mutlaka dinleyin derim. Kontrabas, banjo, Trombon, Saksafon, püeeh şahane cazz esintileri diyorum. Hepside dünya vatandaşı.           Biliyorum bazıları sokak müzisyeni deyince küçümsüyor oysa bana göre çok saygı duyulacak bir iştir sokak müziği halkın ayağına gitmek, kitlelerle müziği buluşturmak kısa

Memleketin Tosunlarına!

Resim
Amaaan be Bolat yine çok uzun yazmışsın! “Bak inan olsun kısa yazmaya çalıştım kestim, çıkardım, sildim ama yine de böyle oldu, affına sığınarak yayınlıyorum. Yok, anacım kafamı yormayayım diyorsan, video izle, sohbet et, birilerini dürt, like et, televizyon izle, kitap oku, yap işte bir şeyler! Ben seni yormayayım ama tavsiye istersen gel okuyalım birlikte, ne dersin? Önce grafikten başlayalım bu yazıyı memleketin tosunlarına armağan edelim, ne dersin? Yaşadığımız sürece soru sormaya devam edeceğiz çünkü insanlığın tarihi sorular tarihidir! Haklı olduğumuz sürece soru sormaya devam edeceğiz! Eğer sorularımız bitti ise insanlığımız da bitti demektir! Her türlü melanete, alçaklığa ve kötülüğe karşı direnmenin yolu soru sormaktır.           Osmanlı imparatorluğu on altıncı ve on yedinci yüzyılın süper gücüydü! Senin gibi yeni Osmanlıcılık oynamıyordu. Resmen ve fiilen dünyanın süper gücüydü! Neden? Çünkü Avrupalı, soyluluktu, statüydü ottu, b…ktu derken onlar şöyle diyordu: B

İstanbul’a bak ey okur!

Resim
"Elini teninde dolaştır ey okur, hassas parmak uçlarını göz kenarlarında, alnında gezdir, diğer elinin üzerini sıvazla. En ufak pütürleri, yara izlerini, kırışıklıkları, şişmiş damarları hisseden sinir uçların bedeninde dolaştıkça zamanın sende bıraktığı izleri bulacaksın. Oturduğun koltuğun kumaşında, ceketinin dirseklerinde, evinin duvarlarında da onun bıraktığı işaretleri göreceksin. Zaman, şeyleri hırpalayıp yıpratmaya devam ederken, bedenin giysin, kullandığın eşya, oturduğun ev, yaşadığın şehir de amansız saldırıdan nasibini alacak!           Şehrin sokaklarına çık ey okur, ama bir yerlere yetişme telaşı olmadan. Yaşadığın şehri dinle, seyret ona temas et. Onu tanımaya çalış… İstanbul’a bak ey okur. Zamanın taze yaralar açıp eski izleri kapattığı; yeni tüneller, çukurlar kazıp eski dehlizleri, sarnıçları doldurduğu; her geçen gün kılık değiştiren, eskinin üzerine betonlar örten, zamanın aralıksız darbeleriyle durmadan biçim değiştiren şu şehre bir bak... Şehir senin

Seyahat ya Dede!

Resim
Oldum olası fark yaratan insanları severim. Bunlardan birisinin de Mercan Dede olduğuna inanıyorum. Çünkü eşinin soyadını alacak kadar kibar bir adamdır. Bilen bilir onun seyahat name diye bir albümü vardır ki hakikaten insanın ayaklarını yerden keser alır başınızı Şiraz’a kadar gidersiniz. İstanbul’da yaşıyorsanız Mercan Dede ile karşılaşmanız an meselesidir, bu Halep pasajı olur, Mephisto olur. . Yüzüne baktığınızda güller açan bir adamdır, sanki kırk yıldır tanıyormuş gibi hissedersin onunla konuşursan. İşte bugün bir program nedeniyle evden Taksime doğru yola çıkarken size bu güzel insanın “İstanbul” videosuyla size merhaba diyeyim istedim. Herkese iyi hafta sonları diliyorum.

İstanbul'un kuş beyinli blogger'ı!

Resim
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken… Kuş beyinlinin biri “İstanbul’a güzel bir kuş gözlem kulesi ne yaraşır arkadaş!” diye kendi kendine söylenirken birden Metro denen parasız dağıtılan gazetede bir haber okumuş! "Oh ne güzel" demiş bizim kuş beyinli blogger.  İstanbul Çamlıca Tepesi’ne kuş gözlem kulesi yapılacak! Yıl 2008, gözlerine inanamamış, haberi tekrar okumuş! Hatta yetinmemiş bir de belediyenin internet sitesine bakmış orada da “İstanbul ‘KuşTurizmi’nde de iddialı” başlığıyla haber olmuş. Hemen klavyenin başına geçmiş ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni vizyonu için kutlamış! Estambul’uma da bu yaraşır demiş, aferin başkanıma demiş!           Bu bizim kuş beyinli blogger az gitmiş uz gitmiş elinde dürbün kuşların yollarını gözlemiş! O gazete haberi üzerinden 5 yıl geçmiş, yıl 2012 olmuş ve kuşlar sonbahar göçü için tekrar İstanbul Boğazı üzerine akın etmiş! Bizim kuş beyinli blogger Çamlıca tepesine 1 yerine 4 kule birden inşa edileceğini

Hay senin insan olduğunun...

Çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalandınız ve bunun sonucunda yaklaşık 1 yıllık ömrünüzün kaldığını öğrendiniz. Kalan 1 yılınızda ne yapardınız ? Benden önce ölecek olan zavallı insanları düşünür kendimi avutur, yer içer gezer, dost akraba ile helalleşirdim. Milyonlarca insan gibi kendimin de ölümlü olduğunu telkin ederdim. "Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor" derdim herhalde! Sonra vasiyet ederdim, "beni Yahya Efendi Dergahı mezarlığında İstanbul Boğazına nazır bir yere gömün" diye! Fobileriniz , takıntılarınız var mı ? Varsa neler ? Fobim yoktur, cimri insan gördü mü uyuz olurum, kaçar uzaklaşırım oradan. Bir de nobran insanları çekemem, küstahlık, kabalık, meydan okuma, zayıfa karşı şiddet karşısında içimdeki aslan kükrer başımı derde sokarım! Yapma şunu diyor yapıyorum! Bir sabah kalktınız ve dünyada hiç bir insan olmadığını öğrendiniz, ne yapardınız ?  Koskoca bir hasssssstiiiiiir! Len nere gitti bunca adem evladı oğlum der, kukumav kuşu gibi otururdum.

Fasulyeden İstanbul

Resim
Bu fasulyaaa kurufasulya… Diye şarkı sözü ile giriyorum konuya. Fasulye kelimesi köken olarak "fasu’lye" şekliyle Rumcadan girmiştir dilimize. Milli yemeğimizdir. İyi diyorsun da, daha düne kadar fasulyenin Orta Amerika kökenli bir bakliyat olduğu ve Anadolu’ya 1730’lu yıllarda geldiği anlatılırdı. Hep düşünürdüm, nasıl olmuş da okyanus ötesi bakliyat milli yemek olmuş? Nasıl olmuş da elin Amerikalısını bu kadar sevebilmişiz, hayret! Oysa dilimizde “fasulye gibi kendini nimetten saymak” gibi bir deyim de vardır. İçgüdülerim burada kayıp bir halka var babacığım diyordu ki, doğruymuş teres içgüdü!            Nasıl yani? Şöyle ki:  Bodrum Gümüşlük ’teki Tavşan Adası’nda yapılan kazılarda dördüncü yüzyıldan kalma bir mezarın içinde kuru fasulye bulundu. 1600 yıllık olduğu tespit edilen kuru fasulyeler içgüdümü doğruladı. Demek ki, neymiş kuru fasulye gerçekten milli bir yemekmiş ve Anadolu insanı 1600 yıldır kuru fasulyeyi biliyor, yanında soğanını, turşusunu, sonra cacığ

Su akar Türk bakar!

Resim
Evet, öyle canım biz millet olarak suyun hastasıyız! Su akar biz bakarız. Biz durgun sulardan hoşlanmayız. Dereler, çaylar, nehirler aksın isteriz. Ama gün geldi bu sözü aleyhimize kullandılar,  derdimizi anlatamadık. Olsun, su akar Türk bakar! Ekolojik bir yaklaşımdır ama anlayana! Gün geldi endüstri dayattı suya gem vurmayı! Barajlar yaptık, yeraltı sularını kuruttuk. Madem sudan bahsettik, bu yazıda akmayan çeşmelerden bahsetmek istiyorum. Peki, bu çeşmeler neden akmaz! Efenim kurnalar, musluklar tahrip ediliyor. Mazeret mi bu! Akmayan tarihi çeşmeleri akar gibi mi göreceğiz! İstanbul’da bu kadar çeşmeye yazık değil mi? Dahası bu hayratları yapan insanlara saygısızlık değil mi? Onca kuş, kedi, köpek susuzluğunu nasıl giderecek? Cebinde 1 lirası, 50 kuruşu olmayan düşkünler susuzluktan ölsün mü? Toplumun faydası için yine toplum tarafından yapılan bu eserlere olan saygısızlığımıza ne diyebiliriz! Su her şeyden önce bir insan ve canlı hakkıdır iki çeşmeyi koruyamayan restore ede