Kayıtlar

Mart, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Huzuru Aramak

Resim
İstanbul’un koşturmacasında arkadaşlarla Kadıköy’de buluştuk. Vakit ayırmak o kadar zor hale geldi ki. Herkese vakit lazım. Hepimizin ilgileneceği işi gücü, evi barkı, çoluğu çocuğu var. Lakin doymak bilmeyen iştahımız dost meclisleri kurmadan huzura ermiyor. Huzur dediysem bir asa bir sopa ya da ne bileyim bir tas pirinçle lotus pozisyonunda ommmm yaparak sukünet bulmak değildi. Kadıköy’de buluştuk ve muhabbeti koyulaştırdık. Eve dönüyoruz önümüzde biri kaza yapmış araçlar sol şeride geçiyor. Bir araç yavru bir köpeğe çarpış. Köpek olduğunu görünce bastı gitti. Sen insan mısın be adam! Bari al da kenara koy yavrucağı. Bu nasıl bir gün böyle! Belli ki köpek ölmeden karşıya geçti. Ve tekrar annesine ya da alıştığı mekâna dönmek istedi, tıpkı senin, benim, bizim gibi. Ama bariyerler izin vermedi. Belki de saatlerce yolun bitmesini bekledi, belki de bir boşluk bulurum diye yol boyunca koştu durdu. Ama o yol bitmedi. Yola atlarsa ezileceği tahmin edebiliyordu. Ama şansını den

Canım İstanbul

Resim
Ben  İstanbul'u  kocaman bir çelik çekirdeğe benzetiyorum. İçinde çarklar var sürekli hareketli ve uğultulu.  Geçenlerde Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve İnsan Kulübü İstanbul’un “ses siluetini” oluşturmak amacıyla bir çalışma yaptı ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaştı. Yapılan incelemede, ses seviyesinin en yüksek olduğu Maslak'ı Kadıköy-Moda, İstiklal Caddesi, Eminönü-Karaköy, Üsküdar, Beyazıt-Laleli bölgeleri izledi. En düşük ses yoğunluğunun uzun süre oturduğum Sarıyer'de olması beni şaşırtmadı. Susmuyor arkadaş şu koca şehir. Bu ruh hali insana da yansıyor. Hepimiz tabakhaneye yetişme pozisyonunda çalışıyoruz. Pilimiz bitene kadar! Bu kadar laf edip kızsak da şu şiiri  okuyucunca  bu şehri sevmemek elde mi! Canım İstanbul Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güne

Vasat İnsanlar Diyarı

Resim
Mart ayının son haftası ile Nisan ayının ilk haftası Kütüphane haftası olarak kutlanıyor. Bu yıl seçilen tema “Yenileşim ve Kütüphaneciler.”  Türk Kütüphaneciler Derneği Genel Başkanı Ali Fuat Kartal mail göndermiş: Kütüphaneler Haftası “ Bir haftadır adeta bayrama hazırlanır gibi Kütüphane Haftası’na hazırlanıyoruz… Kütüphaneciler değişti kütüphanecilik değişmekte ve fakat bilgiyi toplumsal algılayışımız/anlayışımız değişmiyor... Liyakat ve atamalar Milli Kütüphane Başkanımız Sayın Tuncel Acar bakanlık müfettişlerinin soruşturması bahane edilerek görevden alındı ve yerine,' 'kütüphaneci olmayan biri' atandı. Sonra Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü görevden alındı yerine, ‘kütüphaneci olmayan biri’ atandı. Şimdide Milli Kütüphane Başkan Yardımcısı Sayın Gönül Büyüklimanlı emekliliğine bir ay kala görevden alındı yerine, ‘kütüphaneci olmayan biri’ atandı….” Şimdi bu maili okuyunca içim burkuldu. Atananları, görevden alınanları tanımam etmem.

Gördüler Hanya'yı Konya'yı!

Resim
Çanakkale denizaltı savaşları Bugün 18 Mart 2013. Savaş, acı gözyaşı. Savaşı yüceltecek değilim ama yine de vatanını savunan askerlerimizin hatıraları için iki satır yazayım istedim. Sürç-i lisan edersek af ola! Çanakkale Deniz Zaferi'mizi kutluyorum. Bir daha böyle savaşlar yaşamamak dileğiyle. Şimdi bunu İstanbul’a nasıl bağlayacaksın Bolat Efendi? Çanakkale’yi karadan geçemeyen İngiliz, Fransız orduları şanslarını bir de denizden yani denizin altından deneyince İstanbul’a kadar ulaştılar.  Marmara denizine 13 Müttefik denizaltısı girmiş, İstanbul Boğazı yol geçen hanına dönmüştür. Bu nasıl olurdu, büyük savaşı kazanan Osmanlı Devleti, Marmara’daki kıytırık denizaltılara mı yenilecek!  Talat Paşa muadilini arar “ Aloo kanka wie geht?... wir den Krieg gewonnen aber hier….” Kısaca Talat Paşa denizaltı istemiştir Alman müttefikinden. U-21 ve Otto Hersing O sıralar bir Alman U-botu İskoçya sahillerinde  güneşlenmektedir.   Yüzbaşı Otto Hersing’in telefonu çalar

Kadim İstanbullular

Resim
Raffi ve Maya Portakal Hani bazı insanlar vardır ya içinde yaşadığı şehre yakışır. İşte bunlardan biri de Raffi Portakal’dır. Kendisine galerici, koleksiyoner, antika uzmanı, müzayedeci denmesinden pek hoşlanmaz. Kendini dükkâncı, galerici olarak ifade ediyor. P dergisi Eski sayılarına 50 TL verip aldığım “P Dergisi”nin yayıncısıdır. P Dergisi, Türk entelektüellerinin gözbebeğidir, ülkemizin tüm birikimini neredeyse bu dergide görmek mümkün. Dergi aynı zamanda dünyanın önemli kentlerinde de satılıyor.  Barnes and Nobles'da satılan kaç Türk Dergisi var arkadaş!   Müzayedecilik, koleksiyonerlik Kadim İstanbullu bir aileden gelen Portakal ailesinin soyu Osmanlı Devleti’nde görev yapmış Mikail Paşa'ya kadar uzanır. Büyük dede Yarvent Bey 1902 yıllarında başlamış antikacılık mesleğine sonra oğlu Aret öğrenmiş işi. Portakal’ın dedesi saraylarda  müzayede yapmış. Ayşe Sultanlar, Emine Sultanlar’ın konaklarında ne mezatlar yapılmıştır. Şevket Rado Koleksiyonu Sa

Estambul,11 Settembre 1683

Resim
11 Eylül 1683 Bu postun konusunu “11 Eylül 1683” adlı film belirledi. Şimdi bir çok insan bundan rahatsız olmuş ama ben olmadım. Sonuçta biraz gerzekçe de olsa film filmdir. Adı üstünde film daha ötesi yok. Ben böyle sembolik tarihleri sevmiyorum. Sırf “Fetih 1453” filmini de bu yüzden izlemedim. Bu tip hatırlatmaları irrite edici bulurum. Her zaman ötekinin düşünülmesinden yanayım. 11 Eylül 1683 benim iplemediğim bir filmdir. Yapana da niye yaptın demem. "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz". Gomorra adlı filmi çeken Matteo Garrone  de İtalyan "11 Settembre 1683" adlı filmi yapan da İtalyan hatta Raimondo Tommaso D'Aronco da İtalyan. Marıncalı Mustafa, Merzifonlu Karamustafa Paşa Gelelim hikayeye: Marıncalı Mustafa Babası sipahi Oruç Bey’i savaşta yitirdiğinde henüz dört yaşında bir yetimdi. Sağ olsun Köprülü Mehmet Paşam himayesine alarak oğlu Fazıl Ahmet ile iyi bir eğitim almasını sağladı. Sonrasını biliyorsunuz Diyarbakır Valiliği, Donanma Komut

Teşekkürler Elena Alexandra

Resim
İstanbul çatılarında bir kız. Adı, Elena  Alexandra Apostoleanu, atlıyor zıplıyor, beyne elektro ritimler pompalarken ilgimizi çekiyor. Kimdir  Elena Alexandra? Namı diğer Inna. Kapı komşumuz Romen ulusunun Hadisesi.   Şöyle bir bakıyorum albenisi var, vücut desen tamam ama neden Romanya’dan iki Çingene melodisi koymadın. Komşunun kızı Romen çıtırı mı söylemiş yoksa Arkansas’lı bir bir koyboy kızı mı belli değil.  Inna, inndia İstanbul Yine de sevilen şarkın Inndia'yı İstanbul manzarasıyla bize yeniden yorumladığın için seni takdir ediyor bloğumuzda yer veriyoruz. Klibinde Estambul çatılarını inovatif bir pazarlama aracı olarak kullandığın için aferin veriyoruz sana. “The Party Never Ends, Rock The Roof İstanbul” dedin iyi ettin. Rockçular beni taşa tutarsa sebebi sensin. Dur Bolat, dur Elena Alexandra Apostoleanu mu dedin? Bir yerden hatırlayacağım Bolat… İpucu versene biraz? Veriyorum, Arda Turan! Yuuuh. Sinem Kobal duymasın!  Dedikodu da yaptın ya, yakışıyor mu san

Kara gözlüm, efkârlanma gül gayrı!

Resim
İbibik kuşu Kara gözlüm, efkârlanma gül gayrı! İbibikler, öter ötmez ordayım. Mektubunda diyorsun ki: 'Gel Gayrı!' Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım. Ne güzel bir Bekir Sıtkı Erdoğan şiiridir. İşte ben bugün bu mısradaki   “İbibik”i size anlatmaya çalışacağım.   “Ne olacak yahu ‘İbibik’ dediğin Allah’ın kuşu işte” deme. Hakkında dünyada en çok konuşulan, yazılan kuş türlerinden biridir. Mitolojiktir Roma ve Yunan mitlerinde de vardır. İbibik, neredeyse bütün dillerde çıkardığı   sese göre ya da fiziki şekline göre isimlendirilmiştir.   Örneğin, Türkçe ’de ibibik, ibikli; Arapça ‘da hüdhüd, Farsça’da pûpû, İngilizce ’de hoop poc ve Fransızca’da huppe diye adlandırılır veya başında bulunan sorguç nedeniyle çavuş kuşu, taraklı, ibikli gibi isimlerle anılır. İlginçtir eşi yaşarken değil öldüğünde bile onu aldatmaz ve ondan gayri eş aramaz. “Ya eşi hır-bonun biriyse Bolat Efendi!” Bak orasına karışmam. Neyse soruyu tut aklında. İbibik anne ve babaya

Senin İstanbul’un Bir Yalan Yavrum

Resim
Bloğumda İstanbul’un sağını solunu, enini boyunu, içini dışını, iyisini kötüsünü anlatmaya çalışıyorum. Anlattığım şey benim İstanbul’um. Ama bu sefer Karikatürist Bahadır Baruter’in Atlas Dergisinde yer alan yazısından bir alıntıyı onların hoş görüsüne sığınarak sizlerle paylaşmak istiyorum.  İstanbulluluk Bakın Bahadır Baruter  İstanbul'u  nasıl görüyor:  “Düşmüş, şişmiş, çirkinleşmiş eski bir Yeşilçam aktrisine benziyor İstanbul. Parlak geçmişiyle avunan çoktan sönmüş bir yıldızı veya sefalete yuvarlanmakta olan şuursuz bir mirasyediyi de andırıyor. Üstelik hem aynı anda güngörmüş hem de görgüsüz olmayı becerebilen paspal bir kibri var. Köylülüğün,  ırzına defalarca geçmesine onursuzca boyun eğmiş olan bu hafif meşrep şehrin denizini elinden alsanız, geriye sakil bir yerleşim çöplüğünden başka bir şey kalmaz. Özüne sevgisi, saygısı eksik İstanbul’un. Hormonlu şatafatına, mütevazı küçük şehirlerin kendini bilirliğini yeğ tutarım…” Bir de böyle bakalım Estambul’a ne çı

Fış fış kayıkçı!

Resim
İstanbul Modern’deki iki sergiyi Sebla Şahin, küratörler Çelenk Bafra ve Sena Çakırkaya eşliğinde geziyoruz. İstanbul Modern Estambul'un yüz akı bir proje. Devletin yapamadığını Eczacıbaşı ailesi yaptı.  “Modernlik?  Fransa ve Türkiye’den Manzaralar”   K üratör Çelenk Bafra anlatıyor biz ağzının içine bakıyoruz. Çok başarılı buldum kendisini. Mercii küratörüm. Sergide birbirinden güzel eserler var ama beni en çok etkileyen Hale Tenger’in  Strange Fruit “Tuhaf Meyve” adlı eseri oldu. Şöyle bir şey düşünün, yaklaşık 3 metre uzunluğunda   50 cm eninde tamamen kuş tüyü bir kapıdan giriyorsunuz   (ahanda öldünüz ya da kibarca pass away durumu) kuş kanatlarında ahiret yolculuğu. O da ne! Öte dünya yerine  boşluktasın  etrafın yıldızlarla dolu ortam karanlık karşınızda iki oda ve iki dünya ortası araf.  Dünyanın birisi coğrafi görünümlü yemyeşil, dağlar ovalar kısaca cennet. Diğeri parsellenmiş dünya orası benim burası senin türünden sınırlar çizilmiş, sınırların kutsandığı,

Sahne senin arkadaş!

Resim
Hey sen! Öyle biraz uzun bir yazı deyip uçup gitme! Bak yazının sonunda iyi ki kendimi kasıp okudum diyeceğin bir platformu tanıtıyorum Kişisel gelişimin tavan yapacak. İnan bana. Zumbara Şaka bir yana hayde başlıyoruz. Hayat sürprizlerle doludur denir ya, işte “Zumbara” da benim için bir sürprizdi. Adını birkaç kez duydum, aklımda tutamadım kaçırdım ama bir gün Estambul'da ihtiyacım olan proje için çizimi ararken bir arkadaşım “Zumbara”yı önerdi. Ve benim “Zumbara” ile tanışıklığım böyle başladı. Zumbara nedir?  Zaman Kumbarası, yani sana girişte 5 saat veriliyor.  Bu saatlerle bedava eğitim alabiliyor, ücretsiz danışman tutabiliyor, ne bileyim konusunda uzman birinden bir hizmeti alıyorsun. Nasıl yani Bolat, iş ve hizmet alıyorum para ödemiyorum? Aynen, öyle. Zumbara , para yerine zamanın kullanıldığı sosyal bir paylaşım ağı bir alternatif ekonomi hareketidir. Sistem birisine 1 saatlik yardım et. Karşılığında 1 saat kazan ve kumbarana at. Bu 1 saat ile topl