Kayıtlar

Şubat, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bahar geldi haberin var mı?

Resim
İlkokulda öyle öğrettiler, mart, nisan, mayıs ilkbahar ayıdır, boyum kadar kar olsa durum değişmez. Çoktan bahara konumlandırmışım kendimi .  Peki, ne yapacağız mart ayında. Öncelikle her evin olmazsa olmazı saksıları havalandıracağız ya da değiştireceğiz. Bahçede güllerimiz varsa budayacağız. Miss gibi balkonlar için şimdiden  çiçek ekeceğiz. Doğanın mucizelerine gün gün evde tanık olmak istiyorsanız çiçek ekmeyi unutmayın. Minik gövdeler topraktan boy verince içinizi neşe ve sevinç kaplayacak. Peki, baharda İstanbul’da neler olacak. Önce laleler boy gösterecek yol kenarlarında sonra Erguvanlar açacak Boğazda. Sonra bizi bekleyecek kahvaltı için Malta Köşkü, Emirgan, Çınaraltı, Yeniköy . Bir şehir  sadece tarihiyle, kültürüyle, yapılarıyla tanımlanamaz, şehrin rengine kokusunada aşina olmak gerek. Çengelköy ve Rumelihisarı, Fethipaşa Korusu'nda erguvanlar, adalarda mimozalar , Emirgan ve yedikulede laleler açacak. Bülbüller fenerbahçede, ispinozlar her yerde şakıyacak. Bir de

Sadist misiniz?

Resim
Bir toplumda, toplum ve kamu kurallarını kendi lehine kullanmaya alışmış insanlar sadist değilse nedir? İstanbul trafiğinde emniyet şeridi kullananlar, önünüzde yılan gibi şerit değiştirenler, sırasını beklemeyip araya adam sokanlar, insanların arabasını çizenler , İETT otobüsü yakanlar, sadist değilse nedir! Bu olaylar bana Marquis de Sade öykülerini hatırlatıyor. Marki’nin yazdıklarını okurken onun oyuncağı olmuş onun fenalıklarına uğramış kadınlar için “off ne berbat yıllarmış” derdim ama yıllar değişmemiş. Sabahleyin aracıyla kadını sıkıştırıp hem de gülen adam gördüm! İnsan olma ortak değerini boş verilip “kendi yararını koruma” güdüsünde olanlar  kendilerini“sadizm” de  bulacaklardır.    Not:  Sadist-Sadizm: Marquis de Sade’ın romanlarında var olan ortaya karışık zorbalık, şiddet, şehvet ve bunlardan zevk alma duygusunu ifade etmek için, yazarın adına ithafen Alman psikiyatrisi Krafft Ebing tarafından ortaya atılmış bir terimdir. Bir sadist’in en belirgin özelliği vahşi arzul

İstanbul neresi?

Resim
Küçüklüğümden bu yana evimizde balık yapılmış olmasından mıdır bilemem. Her hafta sonu balık yemesem bir yanım eksik kalır sanki. O yüzden her cumartesi benim için balık günüdür. İstanbul ve balık deyince aklımıza Boğazın efendisi lüfer, palamut, uskumru ve istavrit gelmelidir.  Çünkü Haliç’e ismini veren palamuttur, İstanbul’un sikkesinde resmi olan palamuttur. Lüfer desen Boğazın efendisidir ama tezgâhlarda artık ramazan pidesi kadar nadir gördüğümüz bir balıktır. Kendisini bekleyen FSD ve İstanbul ahalisi ekim ayında “Lüfer Bayramı”  ilan etmiştir. Uskumru Estambul’un köylü güzelidir, Uskumruköy’ün adıdır. Uskumrunun halakızı İstavrite gelirsek o İstanbul’un bereketli yüzüdür. İstanbullunun protein kaynağı, kaynakların en ekonomik olanıdır. Hiçbir zaman İstanbulluya kendini hasret bırakmamıştır. Hatta bir İstanbul gezisinde Kubilay’a (lovesfromfashion.com) başlık da olmuştur. Daha ne olmamıştır ki İstaklal Caddesinde İstavrit Kitapçı ve Kafe olmuştur, yaz günleri aşkına tişört o

İçimizdeki canavar

Resim
Elif Varol Ergen ’in Mısır Apartmanı, cda projects'teki "Incognito" adlı kişisel sergisini izlediğimde çarpıldım. Ne yazık ki şiddetin her şeklini görüyor duyuyoruz. Hatta itiraf ediyorum şiddete başvurduğum zamanlar da oldu. Nasıl oluyor da melek yüzlü çocuklar büyüyünce canavarlaşıyor . Tespitim şudur; sevgisiz evlerde yetişiyor, şefkatsiz toplumlarda yaşıyor, sevgisiz öğretilerle büyüyoruz , dolayısıyla temeli sevgi olmayan her öğreti çöküyor ya da öğreti sahibini canavarlaştırıyor. Sanatçı, içimizdeki sevgisizliğin doğurduğu canavarları gözümüze sokmak istemiş olmalı. Bolca parmak, el, kol ve göz figürü kullanmış .  Şiddet suçların en kaba ve en eski olanıdır.  Suç ya da suçluluk, insanlık tarihi kadar eski bir olgu, belki onu bitiremeyeceğiz ama şiddetin her türlüsü ile mücadele etmeliyiz . Bu mücadele önce kendimizde başlamalı. Çocuklar sevgisiz kalıyor. O şiddet hali akrep gibi bireyi ve toplumu zehirliyor . Sanatçının ilüstrasyon tekniği de farklı. İnsan bedenin

Buğday bir medeniyet projesidir

Resim
Dün gece Buğday Derneği ' nin Babylon’daki 10. Kuruluş yıl dönümüne gittik. Hem Buğday camiasına destek vermek hem de kendimize müzik ziyafeti çekmek için iyi bir bahane oldu. Güneşin Aydemir’in açılış konuşması ve Tiyatro sanatçısı Alper Kul’un sunumu ile başlayan gece   Tohum Takas Ağı Projesi 'nin tanıtımı, sevgili Viktor Ananias bilge söyleşisi ile devam etti. İçim burkuldu toprağı bol olsun. Richard Hamer , Adnan Karaduman ve Kaan Büyükdoğanay'ın yeni caz projesi Aura, Tulumla rock yapacak kadar ustalaşmış Volkan Aslan ’dan sonra sahneye çıkan, Jehan Barbur ’u sahnede görünce, bir karaca var sandım ama kadının içinden bir panter çıktı, sahne duruşu, dansı ile hakikaten bambaşka. Yeni Türkü'den Derya Köroğlu üç şarkı söyledi ama “telli telli telli şu telli turna” sız olmaz diyen seyircileri kıramayınca şarkıları dörtlemiş olduk. Sonra yine Bulutsuzluk Özlemi’nden Nejat Yavaşoğulları sahne aldı veee Moğollar'ın gitaristi Taner Öngür 'ün yesyeni rock triosu

Yeni blog tema resmi ve trend küpü

Resim
Dostlar, blog temamız mezuradan kurtulduğumuz gündür bugün. Bu kurtuluşu  trendküpü ’ne borçluyuz. Sevgili  Olcay  çizmiştir bu güzel blog temasını. Efenim, kimdir bu trend küpü sahipleri? Kanka olduklarına inandığım  Burcu  ve Olcay  tarafından 2008 yılında kurulmuştur. Kendileri tekstil mühendisliği ve endüstriyel tasarım okumuşlardır. Ben çizimlerini çok beğendim.  Aynı zamanda  cosiecosie.blogspot  adlı blogları var ve orada da kafalarını göre takılıyorlar. Bloğumuzun yeni tema resmi neyi anlatıyor? Olcay’a kısa bir brief maili ile bloğumu anlattım. Kendisi de buna uygun bir tema hazırladı. Buna göre: Birinci parça  İstanbul’un ilk yerleşimcileri  olan Küçükçekmece Gölü yakınlarındaki  Yarımburgaz Mağarası  duvarlarına ait, geyik ve av sahnesi. İkinci parça  Roma’dan başlayıp  Silivri üzerinden İstanbul’a uzanan  Via Egnetia   (Roma Yolu) ilüstrasyonundan, yazı ise mil taşından. Üçüncü parça  Ayasofya mozaiği , üst galerideki kraliçe veya azize olduğunu tahmin ettiğimiz kutsal ki

Ah güzel İstanbul

Resim
Cumartesi sabah karşıya geçtim saat 11’de       Kadıköy’deydim, iki saat süren toplantı sonrasında Kadıköy iskeleye inerken Ekvatorlu müzisyenlerin sokak gösterisinde iki şarkı dinledim. Baba Ekvator nire İstanbul nire allasen! Hemen biraz ileride sokak müzisyenleri “Simurg” çalıyordu onlardan da iki parça dinleyip vapura bindim burada da bir gitarist ve bir kemancıdan oluşan müziyenleri dinledik.  Vapurla Beşiktaş’a iskelesine indim, bir de ne göreyim bizim reis Mehmet Ağabeyin oğlu iskelede görevli! “Mehmet Rei’e selam” sağolsun çok ızgara balığını yemiştik. Taksime çıktım, İstiklalde Yapı Kredi Yayınları' nda birkaç kitap aldım. Bu arada geleneksel festival kıyafetleriyle Venedik’ten bir grup caddede gösteri yapıyordu. Mısır Apartmanı'nda CDA Projects ’de Elif Varol Ergen ’in "incognito" adlı sergini gezdim. Muhteşem olmuş bu "yaratıkları" görünce kendimden tırstım. Sergi ile ilgili ayrıca bir post yazacağım. Sonra SALT ’a uğradım, if Bağzımsız Film Fes

İstanbul Golden Bridge

Resim
Önümüzdeki günlerde reklâmcılar İstanbul’da Golden Bridge 2012 adıyla bir uluslar arası sosyal sorumluluk projesi başlatacak. Amaç dünyayı değiştirmek adına çalışmalar yapan kuruluşların reklam işlerini aynı çatı altında buluşturmak ve iyi işleri ödüllendirmek. Şahane bir proje. Jüride Karpat Polat ’ı görünce tamam bu iş dedim. DDB&co bize çok hoş sosyal reklamlar hazırlamıştı. Sosyal reklam önemlidir, kör gözümüze parmak sokarak “Allah cezanızı versin kendinize acımıyorsanız bari gelecek nesillere acıyın” diyerek cüzdan yerine vicdanımıza seslenir, bazıları da her ikisine hitap eder. Goldenbridge ISAA'yı bu kutsal amaç için tebrik ediyoruz. Organizasyon sonunda dereceye giren işler için bir de müze kurulması gündemdeymiş tabi İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin katkılarıyla.  Reklam Yartıcıları Derneği ’ni de bu güzel oluşum için kutluyorum.

Paralel evren sosyal medya

Resim
Kardı, yağmurdu, soğuktu derken kış gitti gidiyor. Farkında mısınız mevsimler mi hızlı akıyor yoksa biz mi geçen zamanı daha iyi algılamaya başladık. Artık kışı İstanbul’dan uğurlamaya hazırlanıyoruz. Kitaplığımı yeniden düzenleyeyim istedim ve bir kenarda duran Dekatlonbuzz’un  verdiği  insert’e baktım, Dekatlonbuzz  90’lı yılların ardından internet kullanıcılarının sosyalleşmesini sağlayacak pek çok parlak fikre  bu insertte yer vermiş. Bunları sıralayacak olursak, ekşisözlük,  itiraf.com , zaytung, alkışlıyorum,   bobiler.örg, yonja, fizy, sosyomat, okumasitesi, alkışlıyorum, pillinetwork, donanımhaber, mynet,  zuxxi.com , antoloji, zoque, mahmure, medyatava, düşle gibi internet mecraları var. Bu sayfalara benim ekleyeceklerim, arkitera, derkenar, vikipedia, shiftdelete, blogger, twitter, facebook, linkedin, xing, biletix, gittigidiyor,  amazon, digimecmua, milliyet, hurriyet, NTV-MSNBC gibi gündelik olarak kullandığımız internet ortalarını yazabilirim.  Yapılan araştırmalar göre

Sıradan İstanbullu

Resim
Hiç huyum değildir ama artık iki satır yazmasam vicdanım sızlayacak! Malum, son iki haftadır devletimizin kurumları birbirine girişmiş. Başbakana bir tür meydan okuma durumu var anlaşılan. Her dönem çeşitli tipte vatan sevicilerimiz var biz bu tiplerden bir türlü kurtulamıyoruz. Kâbus gibi biri gidiyor öbürü geliyor. “Ahanda şeffaflaşıyoruz heyyoo” derken bir de gördük ki bazıları devletin kadrolarında saf tutmuşlar. Hani haktı, emekti, hukuktu, guguktu, liyakatti,  kul hakkıydı. O “kul Hakkı” biz oluyoruz. Adımız Hakkı olmuyor da Ahmet, Mehmet, Elif, Can, Sinem, İpek oluyor. Siz, bizim adımıza size hiçbir zaman vermediğimiz ve vermeyeceğimiz hakla “goygoya” devam edin.  Devletimiz biz sıradan insanların asaletiyle müreffeh hale gelecek. Bir cedelleşme ki sormayın gitsin! Bu zihniyet kısırlığına rağmen İstanbul yine New York Times’a konu olmuş. İstanbul’da sanat patlaması var. Gazete çağdaş sanat merkezi olarak adlandırabileceğimiz SALT’a özellikle işaret etmiş ki bu kuruma destek vere

İstanbul'un Dergileri

Resim
Şehir dışında olduğum için bu hafta bloğumu sık yenileyemedim. Yolculuk esnasında birkaç dergi satın almıştım otelde bakarım diye. İşte bu eylemden yola çıkıp dergiler hakkında yazmak istedim . Dergiler benim için cana can veren kan gibidir. Sayfaları çevirdikçe başka bir dünya başka bir konu bulursun. İstanbul için çıkarılmış dergiler o kadar çoktur ki, bu dergileri bir masa üzerine koysak İstanbul kadar renkli bir görüntü ortaya çıkacaktır. İstanbul için çıkarılmış ilk dergi Fransız Büyükelçiliği tarafından çıkarılmış “ Bulletin de Nouvellestir.”  Biz Türklerin çıkardığı ilk dergi ise “Vakayi Tıbbıye” olmuştur. Günümüzde İstanbul için izlediğim dergiler arasında İstanbul Timeout, İstanbul Life, İstanbulmag, Milliyet Sanat,  İstanbul Kültür Sanat Dergisi, Inİstanbul, P Dergisi ve son olarak İstanbul &İstanbul Dergisi hemen ilk aklıma gelenler. İstanbul & İstanbul Degisi’nin “Bloglar”  adlı bir konu başlığı var ve seçtikleri bazı blogları tanıtıyorlar.  Son olarak da Tür

Godin'in İstanbul'u!

Resim
İnanıyorum ki istisnasız her insanın içinde bir   bilge insan var . Bunu kaderimizin bir parçası olarak düşünelim. Ne yazık ki içindeki bu bilge insanı keşfedenlerin sayısı çok azdır. Tarihte içindeki yüce yazgıya ulaşarak dünyayı güzelleştiren insanlara gıpta ediyorum. Çoğu zaman içimizdeki akıl kutusu bilge kişiden kaçarız. Çünkü   kendimize belirlediğimiz amaç , içimizdeki bilge kişinin amacına karşı   güdük kalmıştır.   Yaşadığımız koşulları korunaklı liman olarak gören bizler içimizdeki bilge kişiyi susturur, zincirlere vururuz, kendimizi güçsüz sayar   yenilgiyi peşinen kabul ederiz . Bakın bugün dik durabilen, eleştirebilen, sorumluluk alabilen, farklı iş yapabilen kaç insan var. İçimizdeki bilge kişi biraz cesaret verdiğinde; çıkıntılık yapma!   Sana mı kaldı!   Şeklinde düşünüp sorumluluk ve öncelik almaktan kaçınırız! Bugünlerde eleştirilen Atatürk’e bakın. Ya Samsun’a çıkmaya cesaret etmeseydi! Taşın altına elini koymasaydı. Çok sevdiğim bir alman atasözü var   “Her

İstanbul'un mall'ları

Resim
İnsan denen varlığın hayatında iletişim hep birinci sıradadır. İletişirken de çoğunlukla kelimelerle anlaşıyoruz . Bazen ilkellik yapıp el kol hareketleriyle konuştuğumuz oluyor mu? Oluyor! Bazı kelimeleri oluşum sırasında bedenimizle uyumlu hale getiriyoruz. Örneğin “hop” kelimesi bir anındalık durumunu anlatıyor. Aracımızın karşısına bir canlı ya da başka bir nesne çıktığında istemsiz şekilde “hop” dediğimiz oluyor. Dolmuşa binerken kapı düğmesi yerine gaza basen sürücüye “hoop” diyoruz. Bir kütüğü kaldıran orman işçilerini düşünün “hooop” diyerek eylemi kelime aracılığı ile kolaylaştırıyorlar. Çocuğunuza, “bebeğim üfle bakalım soğusun” dediğinizde aslında “üfle” kelimesinde dudaklarınız eylemi gerçekleştiriyor. Deneyelim şimdi lütfen! “Üfle” diyelim lütfen! Gerçekten nefesinizi dışarı doğru ittiniz değil mi! Bolat bakalım buradan nasıl bir İstanbul bağlantısı yapacaksın merak içindeyim? İşte geliyor… Bu inşaat sektörü mü çok ileri! Biz mi geriyiz (sektörün gerisinde yani) anlam

Neden geldim İstanbula?

Resim
Memleket ve yurt özlemi o kadar önemlidir ki bunu kelimelerle anlatmak mümkün değildir. İstanbul'un sivil toplum konusunda dünyanın en önemli şehirlerinden biri olduğu söyleniyor. Çünkü 2000’li yıllarda 7. 653 faal dernek ve  1.380 vakıf bulunmaktaydı. Bunların çok büyük bölümü benim tasvip etmediğim ve asla içinde yer almayı düşünmediğim hemşeri dernekleri ve memleket vakıfları vardır . Neden sıcak bakmam bu olaya? Çünkü ben İstanbullulaşmayı savunuyorum. Haliyle insanlar göçün acılarını böyle memleket hasretiyle İstanbul’da yaşarken buna değinmemek olmazdı. Ben katılmasam da bu duyguyu saygı ile karşılıyorum. İşte, İstanbul’da değil taaa Amerikalarda bu duyguyu yaşayan Ermeni vatandaşımız Aşil Ponolos ’u saygı ile anıyorum. Vatan üzerinde yaşayan insanlarla anlamlıdır. Aşil Ponolos 1922 yılında Elazığ Harput’tan Bandırma’ya oradan da New York’a göç etmiş bir Anadolu insanıdır. Onun acısını ve Estambulla özdeşleşmiş bir şarkıyı sizlerle paylaşıyorum. Şarkıyı Erkan Oğur bir A

İstanbul’da Amazon çağı başlıyor

Resim
Kadınlar çağı başladı başlayacak eli kulağındadır. Dikkat edin kariyer sahibi kadınların yüzdesi gittikçe artıyor. Siyasette seviye yükselirse kadınların o alandaki başarıları da artacaktır. İstanbul’da bir kulüpte kadınlar matinesi başlamış. Bu matine öyle bildiğin turta, kurabiye, gazoz matinesi değil. Kadınlar baya baya erkek oynatıyor . Dansöz yerine gogoboylar fink atıyor, para sıkıştırılıyor, resimler çektiriliyor bildiğin dansöz muhabbeti yani. Bu muhabbet beni bozar. Çok meraklısı olduğumuzdan değil İstanbul’da neler dönüyor haberiniz olsun  ya da Estambul'un diğer yüzü diyerekten bu postu yazıyorum, yanlış anlaşılmasın! Gel testeree gel testereeee…. uzarım ben şimdi. Fotoğraf Kaynak:Wordprints

Yaratıcı endüstri ve İstanbul

Resim
LinkedIn’in araştırmasına göre çalışanlar ya da iş arayanların çoğu kendisini yaratıcı olarak tanımlıyormuş.  Geçen bir arkadaşım "oğlum yaratıcı deme şuna ya, yaratmak Allah'a mahsustur " dedi. Yaratıcı sıfatını kullanamama gerekçemiz tanrının diğer varlıklardan ayırt edici sıfatı olduğu. Öyleyse Allahın tüm isimlerini şahıs isimleri olarak neden kullanıyoruz. Adamın birine İsmet diyoruz diğerine Gaffur, Azim Mümin, Fettah, Celil, Metin, Hamit, Macit, Samet…. E, nolucak şimdi?   Bir de biz erkekler parsellemişiz Allahın isimlerini! Müftülüğe sormak lazım, neden kine! Yaratmak deyince aklımıza bulutların üstünde aksakallı dede çağrışımı yapmasın! Neyi kastettiğimiz belirli. Neden yaratmak mastarını kullanmaktan çekinelim! Aman diyeyim Bolat chip'i yapmadan çık şu konudan! Netameli konular bunlar!  Yaratma yeteneği daha çok sanatçılar için kullanılırdı. Şimdilerde iş dünyasında çok aranan ve çok konuşulan bir özellik haline geldi. Yaratıcı endüstri kavram

İstanbula kar yağar adı afet olur!

Resim
Yukarısı ile aram iyi anlaşılan! Kar yağdı da yağdı, şikâyetçi miyim? Hayır. İstanbul’da kar var ben işe gitmeye çalıştım, hatta gittim! Aklımı peynir ekmekle mi yemişim! Neden bu havada dışarı çıkıyorum ki! Neden bir gün olsun keyifle oturup evimde kendimi kara teslim etmiyorum? Bırak işi gücü al eline çayı, küpeştelere fon yapmış kar eşliğinde bu doğa harikasını doya doya izle! Olmaz, kar araçları tuz basıp illa ki asfaltın siyah yüzünü bize gösterecek!   N eden bir gün olsun ara veremiyoruz ki bu köleliğimize? Neden tabiat olaylarına doğal afet yakıştırmasını yapıştırıyoruz. Belki de tanrı evde kalmamızı istiyordur! Çok yağmış olması bizi cezalandırmak için değil belkide evimize, ülkemize, dünyaya bereket gelsin diye öyle olmuştur.  Medya’nın tüm araçlarında ölçüsüz bir dil hâkim . Beyaz Afet! İstanbul’u teslim alan felaket! Bir şeyin afet olabilmesi için insanların hayatına karşı yıkıcı, sarsıcı etki yapması lazım. Öyle her şeye afet sıfatı yapıştırılmaz. İrademizin dışında