İpini koparan deyimi ve İstanbul
İpini Koparan, İpini Koparmak Deyiminin Anlamı Nedir?
Ben 1997 yılında çalışmak amacıyla İstanbul’a ilk
geldiğimde tanıdığım birileri sohbetin ortasında “ipini koparan İstanbul’a
geliyor” demişti. Bu sözü üstüme alınmış “ulen daha benden 15 yıl önce
gelmişsin bir de bana İstanbulluluk taslıyorsun” demek istemiş ama yüzüne
söyleyememiştim kibarlıktan. İpi koparmak deyimi bağı kalmamak, başı boş kalmak
demek.
Özellikle Suriye iç savaşı ve devletimizin planlı,
nizamlı, intizamlı bir göç politikasının olmayışı ve Türkiye’nin coğrafi olarak
göç yollarının üzerinde olması, iç savaşlar, yoksulluk gibi temel sorunlara ülke
içindeki iç göç de eklenince özellikle İstanbul’da çok büyük bir etki yarattı. İşte ipini koparanın
İstanbul’u yol eylediği yıllar başladı. Suriye’den, İran’dan, Irak’tan,
Afganistan’dan, Ermenistan’dan, Türkmenistan’dan, Özbekistan’dan, Ukrayna’dan,
Kenya’dan, Bangladeş ve benzeri birçok fakir ülkeden milyonlarca göçmen Türkiye’nin
cazibeli, işveli şehri İstanbul’a geldi.
Cambaz olduk hepimiz ip üstünde
Erkin Baba’nın dediği gibi “Cambaz olduk bak hepimiz, ip üstünde kaderimiz, yürüyoruz hep çaresiz, gün ola harman ola” Evet gün oldu
harman oldu. İstanbul o hale geldi ki adres sorduğun 3 kişiden 2’si yabancıydı.
Haliyle bu insanlar toplu taşıma kullanıyor zaten kalabalık İstanbul nüfusuna,
yetersiz toplu taşıma altyapısı da eklenince yandı gülüm keten helva. Bunu
ensar ve muhacir sıfatları üzerinden açıklamak zor geliyor.
Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ensar olduk. Ensar
yardım edenler, yardımcılar demekti biz yardıma muhtaç kaldık! Biz ensarlığı çocuklar için, kadınlar için, yaşlılar için, hastalar ve yaralılar için yapalım
onlarla kıt kaynaklarımızı paylaşalım bir ekmeği bölelim öyle yiyelim ama
elinde telefon, kafede nargile çeken, toplu taşımada görgüsüzce gürültü koparan,
hatta mafyacılık oynayanlara muhacir sıfatını vermeyelim! İstanbul doldu, taştı, kiralardan dolayı millet memleketine taşınmak zorunda
kaldı! Ensarlar kendi memleketinin muhaciri durumuna geldi. Kafamızı kuma
gömünce sorun çözülmüyor ki!
Geçenlerde yolum düştü özellikle İstanbul’un Fatih semti o kadar değişmiş ki kendimi yabancı gibi hissettim caddelerinde yürürken! Artık nargile kafede yaygara koparan bir yabancı, plajlarda cümbür cemaat neşe saçan birileri ensar olarak algılanmıyor en muhafazakarımız tarafından da! Haliyle bu insanlar İstanbul gibi kalabalık bir şehirde alanı daha da daralttığı için ev sahibi ensarlık yapmak istemiyor! Gelenler de muhacir gibi davranmıyor! O zaman itişme başlıyor gelsin yabancı düşmanlığı! Yeni Jön Türkler peydah oluyor! En kolayı insanları kışkırtmak en basiti en süflisi, en belden aşağısı yabancı düşmanlığı!
Peki dünyanın ve Türkiye’nin en güzel şehri payitaht İstanbul’a eskiden eli sallayan gelebiliyor muydu? Zinhar hayır!
Osmanlı devleti büyük şehirlere göçü önlemek ve iç
güvenliği sağlamak için "mürur tezkiresi" hazırlamıştı! Osmanlı topraklarında
seyahat etmek isteyen yerli ve yabancı herkes seyahat için bir izin tezkiresi
almak mecburiyetindeydi. 16. yüzyılda “yol hükmü” denilen bu belge
19. yüzyılda “mürur tezkiresi” adıyla anılmıştır. Amaç şehrin huzurunu korumak,
asayiş ve emniyet sağlamak iç ve dış göçü engellemekti.
İstanbul, Ankara, İzmir için pasaport, kimlik dışında mutlaka bir mürur tezkiresi gerekiyor sanki! Bu şehirler gereğinden daha fazla büyük, iç ve dış göçe açık!
İstanbul'u yazan, İstanbul'u araştıran bir blog yazarı olarak şehrin nüfusunun yakında 20 milyonu aşacağını düşünüyorum! Çok yazık! Bu milletin planlama diye bir soru yok en büyük sorunumuz bu! Günlük, anlık yaşıyoruz!
Yorumlar
Dediğiniz gibi günlük yaşıyoruz.
Yorum Gönder