Chateaubriand Kırkağaç kavunu yerse!
Bugün size Chateaubriand'ı
anlatacağım. Şimdi bazı arkadaşların "Heyyoooo yaşasın Bolat sonunda yola geldin, yemek tarifi vermeye başladın." dediğini duyar gibiyim. Yoo, ama zamanı gelince veririz Elbet. Bunun için Defne Koryürek’ten birkaç güzel, sağlıklı, yerel yemek tarifi öğrenmem lazım. Ben size bu nadir Fransız yemeğini değil de, François-René de Chateaubriand’ı anlatacağım. Çünkü kendisinin "Paris İstanbul Küdüs, Bir Seyyahın Günlüğü" adlı tuğla gibi kitabını okuyorum. Romantizm akımının kurucularından sayılır, diplomattır, yazardır, seyyahtır. Şatolarda büyümüş bir soylu evladıdır, krallık ordusunda görev yapmış Amerika’ya seyahat etmiş ve Fransız devrimi sırasında yaralanıp İngiltere’ye sığınmak zorunda kalmıştır. Devrim sorası genel af ilan edilince tekrar Fransa’ya dönmüş ve Napolyon’un takdirini kazanmıştır. Chateaubriand 1806’da Paris'ten yola çıkarken içinden “Seni yeenecaam Napolyon, seni yenecaam” ruh hali içindeydi ama bunu Napolyona söylemedi! Bakın dönüşte söyleyecektir! Giyotinler aşkına, neden şimdi söylesin! O oldu bu oldu, Paristen yola çıkıp, Milano'da torba torba alış veriş yaptı, Venedikte gondol sefası, Mısır’da piramitler, İsrail henüz ortada yok Filistin topraklarında check point’e pasaportlan hızla geçip Filistine geldi. Gemiyle Mora’ya geçti tabi daha Yunanistan Krallığının kurulup başına Otto adlı Almanın geçmesine 14 sene var yani! Osmanlı toprağı Mora’dan devam edip Anadolu kıyılarına varır, İzmir, Manisa, Kırkağaç’ın kavunlarını yiyip bir Yeniçeri Ağası’na afta tafra yaptığını yazar, yok efenim silahını çekmişmiş, kurşun o tos bıyıkları yalamış gitmişmiş, barut Yeniçerinin yüzüne sinmiş, görkemli mahmuzlarını göstermiş, kamçıyı yeniçerinin suratına şaplatmış…” Neler var neler! Chateaubriand'ın günahını almayayım ama bunları yazarken sanki biraz afyon çekmiş! Baba Yeniçeri diyorsun! Mahmuzu gösterdim, kamçıyı suratına şaplattım diyorsun! Ülen adam seni bıyığınına taksa ödün patlar, yazmak kolay tabi! Neyse, kitap sonuçta hay yalancının diyerek tuğla büyüklüğündeki kitabı okumaya devam ediyoruz. Chateaubriand şuan Soma’ya üç mil uzaklıkta Manisa Kırkağaç’ta benim de 2009'da tarlada tattığım Kırkağaç kokulu kavununu tattı ve memnun kaldı…İstanbul’a girince haber verip yazacağım, şuan Chateaubriand Constantinople hedefini sık sık belirtmeye başladı.
anlatacağım. Şimdi bazı arkadaşların "Heyyoooo yaşasın Bolat sonunda yola geldin, yemek tarifi vermeye başladın." dediğini duyar gibiyim. Yoo, ama zamanı gelince veririz Elbet. Bunun için Defne Koryürek’ten birkaç güzel, sağlıklı, yerel yemek tarifi öğrenmem lazım. Ben size bu nadir Fransız yemeğini değil de, François-René de Chateaubriand’ı anlatacağım. Çünkü kendisinin "Paris İstanbul Küdüs, Bir Seyyahın Günlüğü" adlı tuğla gibi kitabını okuyorum. Romantizm akımının kurucularından sayılır, diplomattır, yazardır, seyyahtır. Şatolarda büyümüş bir soylu evladıdır, krallık ordusunda görev yapmış Amerika’ya seyahat etmiş ve Fransız devrimi sırasında yaralanıp İngiltere’ye sığınmak zorunda kalmıştır. Devrim sorası genel af ilan edilince tekrar Fransa’ya dönmüş ve Napolyon’un takdirini kazanmıştır. Chateaubriand 1806’da Paris'ten yola çıkarken içinden “Seni yeenecaam Napolyon, seni yenecaam” ruh hali içindeydi ama bunu Napolyona söylemedi! Bakın dönüşte söyleyecektir! Giyotinler aşkına, neden şimdi söylesin! O oldu bu oldu, Paristen yola çıkıp, Milano'da torba torba alış veriş yaptı, Venedikte gondol sefası, Mısır’da piramitler, İsrail henüz ortada yok Filistin topraklarında check point’e pasaportlan hızla geçip Filistine geldi. Gemiyle Mora’ya geçti tabi daha Yunanistan Krallığının kurulup başına Otto adlı Almanın geçmesine 14 sene var yani! Osmanlı toprağı Mora’dan devam edip Anadolu kıyılarına varır, İzmir, Manisa, Kırkağaç’ın kavunlarını yiyip bir Yeniçeri Ağası’na afta tafra yaptığını yazar, yok efenim silahını çekmişmiş, kurşun o tos bıyıkları yalamış gitmişmiş, barut Yeniçerinin yüzüne sinmiş, görkemli mahmuzlarını göstermiş, kamçıyı yeniçerinin suratına şaplatmış…” Neler var neler! Chateaubriand'ın günahını almayayım ama bunları yazarken sanki biraz afyon çekmiş! Baba Yeniçeri diyorsun! Mahmuzu gösterdim, kamçıyı suratına şaplattım diyorsun! Ülen adam seni bıyığınına taksa ödün patlar, yazmak kolay tabi! Neyse, kitap sonuçta hay yalancının diyerek tuğla büyüklüğündeki kitabı okumaya devam ediyoruz. Chateaubriand şuan Soma’ya üç mil uzaklıkta Manisa Kırkağaç’ta benim de 2009'da tarlada tattığım Kırkağaç kokulu kavununu tattı ve memnun kaldı…İstanbul’a girince haber verip yazacağım, şuan Chateaubriand Constantinople hedefini sık sık belirtmeye başladı.
Not: Bu post Joujou Hanım'a ithaf edilmiştir. Resimde
ünlü ressamımız Şeker Ahmet Paşanın tablosu görülüyor. Paşam daha doğmadı 34 yıl sonra dünyaya gelecek,
biz öyle gelip gidiyoruz zaman tüneli gibi kafanız karışmasın. Ama 34 İstanbul
plakasını tutturduk.
Yorumlar
Kitapta böyle bir tarif bulursam paylaşırım henüz 223. sayfadayım :)
Ben artık o kavunlardan hiç göremiyorum, cocuklugumun mis gibi kokan içi gerçekten kavun içi olan kavunlarını..
O kadar geriye gitmeden bile şurada bir 30-40 yıl öncesinde bile nelerimiz vardı. Sanayileşme değil çarpık sanayileşme bilinçsiz rantiye hırsları bie kazandırdığından fazlasını kaybettirdi bence..
Ha bu arada konu ile alakası yok ama burası tam senlik:)
Neden mi; bir kere tahmin edersin ki çok kültürlü, bu durum dillerine de yansımış. İngilizce en çok konuşulan, Italyanca ve bir de yerel dil var. Yerel dil ise arap kültüründen de etkilenmiş. Yerel yemekler de öyle. Neyse bir şekilde toparlayıcı bir post yazarım:)
Not: kusuruma bakmayın kırkağaç yazısını okuyunca gerisini okuyamadım.. yetti bana. duygularım depreşti :)
Haberin ilgin için teşekkür ediyorum arkadaşım :)
Yorum Gönder