Bir Fransızın berbat İstanbul hatırası!


eski istanbul fotoğrafı

Yabancı seyyahların İstanbul ziyareti


Chateaubriand’ın Paris İstanbul Kudüs adlı seyahatnamesini okuduğumu yazmış Manisa Kırkağaç’a kadar Mösyö Chateaubriand efendi ile gelmiş hatta mis kokulu kavunu adeta onunla birlikte yemiştik. Bunu için “Chateaubriand Kırkağaç kavunu yerse!” Başlıklı postumuza bakabilirsiniz.

Hatırlarsanız seyyah Chateaubriand  İstanbul’a doğru gidiyordu. Şimdi gelin, bu adam üşümesin şu kışta kıyamette onu çok sevdiğimiz Estambul’a getirelim. Biz İstanbullu seviyoruz ama Chateaubriand efendi İstanbul’u sevmiyor! Hemen kızmayın sadece bizi değil kendisine göre zavallı olan Rumları ve Yunanlıları da sevmediği aşikâr!

Atina’da kendisine salçalı koyun eti, çam kozalağında mayalanmış kırmızı şarap ve tavuk eti ve tatlı niyetine de Hymettos dağı balı ikram eden Yunanlı’nın yemeğini yerken “ yemek yarı alaturka yarı alafranga, şarap çam kozalağında mayalanmış kırmızı içimi çok zor, oysa sonraları Anadolu Bergama yakınlarında yediğim bal bembeyaz ve çok hoştu, çünkü keten tohumu çiçeklerindendi…” diyor.

Neyse, kendisi o zamanlar Osmanlı’ya ait olan Modon Adasına geliyor bizimkiler kendisini İtalyanca “ben venuti” diye karşılıyorlar, yanına bir yeniçeri ve bir tercüman verip eline de bir ferman tutuşturarak  Mora, Girit,  gibi adaları rahatça geçmesini sağlıyorlar sonra Atina’ya varıyor. Oradanda Çeşme kıyılarından İzmir Karaburun’da Anadolu topraklarına çıkıyor. Sonra kendisi Truva’yı görmek istiyor ama rehber madik atıyor derken Menemen, Kırkağaç, Susurluk, Bergama, Soma üzerinden ver elini Marmara kıyılarındaki Mihaliççik sonra oradan tuttuğu bir kayıkla İstanbul devam ediyor.

Chateaubriand İstanbul’da 


Chateaubriand’ın kiraladığı kayık Yedikule Hisarını geçip Sarayburnu’nda Chateaubriand İstanbul’a çıkarıyor. Gelin bundan sonrasını onun ağzından dinleyelim:

“ … Saat sekiz bir kayık bordamıza yaklaştı. İstanbul’un Asya kıyısı sisler içinde… Bu buğu içinde gördüğüm servilerle minareler, yaprakları dökülmüş bir ormanı hatırlatıyor… Kendimi birden müminler sultanının sarayının önünde buldum… Karşımda güleç tepeler arasında şirin bir nehir gibi İstanbul Boğazı kıvrılıyordu… Vapurlar, yelkenliler gelip geçiyor. Karşımda Galata basamak basamak duruyor… İstanbul’a dünyanın en güzel şehri diyenler hiç de abartmıyorlar…” (Şimdi bu altı çizili ve sarı renkli alanı aklında tut lütfen)

“Galataya yanaştık, karaya çıkar çıkmaz(köprü yok o zaman) etrafta bir sürü hamal. Kalabalık içinde kadınlar yok denecek kadar az… Başıboş dolaşan köpekler, terlikle gezen insanlar… Ne çekiç sesi, ne çan sesi, şehirde sürekli bir sessizlik var…”

Chateaubriand’ın dikkatini en çok şehir içinde bulunan ve duvarı olmayan mezarlıklar çeker. Ve bunun için derki “ Sanki Türkler bu şehre yalnız alışveriş etmek ve ölmek için gelmişler gibi bir pazardan bir mezarlığa girersiniz. Sokağın orta yerinde İstanbul mezarlıkları servi ormanı gibi…”

Gözlerinize hiçbir sevinç belirtisi, hiçbir mutluluk belirtisi çarpmaz. Karşınızda gördüğünüz bir ulus, bir ulus değil; hocanın güttüğü, yeniçerinin boğazladığı bir sürüdür… Hapishanelerin, zindanların ortasında köleliğin kapitöl’ü olan bir saray yükselir…”

Chateaubriand’ın İstanbul hatıralarında onu çok iyi ağırlayan Fransız Konsolosluğuna döşediği yağlama yıkama cümlelerini görürüz. Elçilik bütün yemekleri elçilikte yemesini istemiştir. Kendisi Kudüs'e Hristiyan hacıları götüren gemiye bindikten sonra da şunları yazar:

“İstanbul’dan ayrıldığıma pek sevindim. İnsanın içindeyken yaşadığı duygular, şehrin güzelliğini bozuyor. Bir zamanlar bu şehirde Bizans İmparatoru Rumların oturduğunu, bugünse şehrin Türklerin elinde olduğunu düşününce, milletlerle yerler arasındaki bu karışıklıklardan irkiliyorum…”

“İstanbul’da kalmak beni sıkıyordu. Ben erdemlerle, sanatlarla süslü olamayan yerleri görmeyi sevmem. Bu Phokas’lar, Bayazıtlar yurdunda ise ne erdem gördüm ne sanat.. Saat dörtte demir aldık, kuzey rüzgarına yelken açtık, gemimizin serenlerinde dalgalanan haçın sancağı altında kutsal Kudüs’e doğru yollandık.”

Chateaubriand’a kızmayalım, yediği onca tavuklu pilav, etli yemekler, içtiği Türk kahveleri, yediği mis kokulu kavunlar,  Susurlukta içtiği ayranlar helal olsun! Kendisine koruma olarak verilen yeniçeri, kılavuzlar, berat bunları geçelim. Sonuçta insanız ve hepimiz önyargılara sahibiz. Acaba biz tersten böyle bir yolculuğa çıksak ne kadar adil yazabilirdik.

Yine de bu toprakları başka bir gözden tanımak güzeldi. Mercii Chateaubriand.

Phokas Kimdir?



Not: Her şeyi anladım da bu Phokas kelimesi nedir Bolat? Phokas, Bizans İmparatorluğunda bir ast subay iken ayaklanma çıkartıp Bizans Kralı Mavrikos’u oğullarının gözü önünde öldürten zalim kraldır. Burada Chateaubriand II. Beyazıtla, Phokas’ı birlikte anarak Cem Sultan olayından dolayı ona da “zalimsin Beyazıt” demek istiyor.

Yorumlar

Unknown dedi ki…
Sonuçta herkes yaşadığını meşrebince, algılama kapasitesi doğrultusunda algılıyor, yorumluyor. Adamcağız da onu yapmış. Aslına bakarsan biz de yapmıyor muyuz benzerlerini?
minikkus dedi ki…
ne yalan söyliyim ben gıcık oldum okurken. çünkü ne oldugunu bilmeden, sadece görünen yüzüne bakarak böyle önyargılarla birilerine yada bişeylere böyle peşin peşin .ok atmak hiç tarzım degil, belki de ondandır.
mesela james bondun son filminde cağnım istanbulu nasıl da hindistan gibi çöplükten bozma fukara bi ülke olarak göstermislerdi. böyle şeyler niyeyse delirtiyo beni, göstersenize o ihtisamlı camilerimizi saraylarımızı, birbirinden güzel ve tarih kokan sokaklarımızı..
neyse en azından bide bu acıdan görmüş olduk istanbulu, yine cok güzel bi post olmuş arkadasım, teşekkür ederiz;)
Gulsen dedi ki…
Chateaubriand'ın telefonu var mı Bolat; sevdim amcayı :)))
Unknown dedi ki…
:)Tarih affetmez...

Blogger Bolat dedi ki…
Yapıyoruz elbette :)) Ama mösyö tam bir oryantalistmiş :)
Blogger Bolat dedi ki…
O bakış açısı çok sinir edici ama sonuçta kör bakış açısı, şaşı bakıyorlar diye İstanbul şaşı değil :)) Bizlerinde daha çok seyyah ve yazar yetiştirmesi gerekmez mi :)
Blogger Bolat dedi ki…
Olmamı, var elbette 0 212 327 bla bla bla :))
Blogger Bolat dedi ki…
Affetmesin :))
Klio'nun Şarkısı dedi ki…
Seyahatnameler güzeldir, Chateaubriand Efendi güzel değil:)
Bir arife sormuşlar: “Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
“Terzimi severim” diye cevap vermiş. Soruyu soranlar şaşırmışlar.
“Aman efendim, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken, terzi de kim oluyor?
O da nereden çıktı?” demişler.
Arif:
“Evet, dostlarım, ben en çok terzimi severim”.
Çünkü ona her gittiğimde ölçümü yeniden alır. Diğerleri öyle değil.
Bir kez hakkımda karar verdiler mi, ölünceye kadar bana hep aynı gözle bakarlar.''
Kahrolasıca ön yargı mı demeli?Ya da neyse pek yazasım yok bari hikaye ne demek istediğimi anlatsın ;))Paylaşım yine çok güzel emeğine sağlık abim...
sungin dedi ki…
Sahsen seyahatname okurken yazarin dusuncelerini tasvip etme mecburiyetinden kendimi muaf tuttugum icin her halukarda egleniyorum. Mesela bu yaziyi okurken de amcamizin sessiz (kasvetli demeye getirmis bir noktada) diyerek yaptigi elestirisi benim kafamda onun onyargilarini ve bakis acisini silerek ' vay be ne huzur dolu bir istanbulmus, o zamanlarini gormek isterdim' e donusuyor. Veya mezarliklarla sehrin ic ice olmasi, donemin avrupasinin soguk mezarliklariyla karsilastirilamayacak kadar sicak ve ibretli geliyor, bizim olumu agirbaslilikla kabullenip hayatimizin icine korkutucu degil ders verici bir unsur olarak sokabilmis olmamiz mutlu ediyor beni...
Ayrica bir cok Avrupali seyyahin bahsettigi gibi eger Avrupanin veya eski Bizansin kokusunu duymak istediyse kendisini evinde gibi hissettirecek, hirsizlik vs gibi olaylarin da o donemde merkezi olan, simdik Istabulun habercisi, kesmekes ve gurultunun ( farkli bir bakis acisiyla hayatin ve canliligin merkezi) olan beyoglu - galata taraflarinda takilabilirdi :) ...
Velhasil, ifade ettigim gibi tarafli yazilmis yazilar bile o donemi anlamak, hissetmek icin insana cok yardimci oluyor, tek yapmam gereken olaya yazarin bakis acisiyla bakmam gerekmedigini bilmem :) herkes ayni insani handikaplara sahip, kiskanclik bile yeteri kadar olgunlasmamis bir bunyeyi boyle yazilar yazmaya itebilir...
Son olarak, Istanbul seyahatnameleri icinde en obfektif sehatname >> Julie Pardoe - Sultanlar Sehri Istanbul kitabini oneririm. Ki onda bile bazi tarafli yaklasimlar farkedilebiliyor...
beste dedi ki…
Valla Muhtesem yuzyila bakica kadinlarin ortalarda olmadigi pek sanat dolu bir ulke goremiyorum bende satobriand gibi! Fransa'da da oyleydi onun icin krallarinin kafalari kesiverdiler ummet olmaktan cikip haklara sahip olmak icin. Kizma sen satobrianda o doneme iliskin bilgileri kendi perspektifinden kaleme almis onemli olan kismi bu ! matab gec gelince bizede bu dustu:(
Asortik Krep dedi ki…
Sen daha iyi bilirsin diye bloğunda aradım ama bu amca yemeği bizde şatobiryan olan " Usta aşçıların, et yemeklerinin en asili olarak gördüğü Şatobiryan Fransa mutfağının en lezzetli yemeklerindendir. Adını döneminin Fransa’daki Londra Büyükelçisi Kont François Renè Vicomte de Chateaubriand’dan almıştır ve ilk kez bearnaise sosunun yaratıcısı Montmireil tarafından Kont Chateaubriand adına hazırlanmıştır. Bu asil Fransız yemeği pahalı bir et olan dana bonfileden yapılıyor." diye bildiğimiz amca mı..? :)
Unknown dedi ki…
Iyisiyle kotusuyle kendi dusuncelerini yazmis bir beyden farkli yorumlar cikarilmalidir bence. Satir aralari birlesince bambaska bir dunya cikar ortaya o yuzden 'senin yaptigin' gibi herkesi okumali, herseyi didiklemeli insan ki dogruyu gorebilsin.

Hakkinda onca sey okuyup, bircok kere gezdigim meshuuuur New York sehrini bana sorsan heryeri cop torbalari ile dolu, pis, kalabalik ve saygisiz bir sehir derim fakat bir cok arkadasimin 'sehirdeki enerjiyi hissedebiliyormusun' diye gozlerinin parladigini da gormusumdur o yuzden kisisel yorumlarla insanlari degerlendirmek konusunda 'yasamsal ganimetler' arkadasimizin dedigi gibi olcuyu tekrar tekrar almak lazim bence :-)

Not: Ne kadar sevmesemde MOFA ve NewYork Halk Kutuphanesi icin bu sehir onunde sapka cikarmak gerekebilir :-)))
Melange dedi ki…
bayildim bu hikayeye :)
Melange dedi ki…
Bu sadece Satobriyan beye özgü degil ki..biz de hala günümüzde ayni ön yargilarla, kimi zaman kendi alistiklarimizla kiyasliyarak degerlendiriyoruz yeni görülen yerleri…
Onun bakis acisini da kendi aliskanliklarina, geleneklerine ve Osmanli üzerine olan ön yargilarina baglayarak degerlendirmek gerekir..Beste’nin de dedigi gibi, kadinlarin toplum hayatina karismadigi, sanatin günlük hayata yansimadigi bir dönem bu..insanlarin kaderine boyun egerek yasadigi..eh bir avrupalinin gözünden de bu sekilde aktarilmis..:)
VuslaT dedi ki…
Aç gözlü herifler, yerler içerler birde yererler..:(((
Düşünceleri kendini bağlar..
Adsız dedi ki…
En ilerici dediğimiz pek entellektüel diye yücelttiğimiz bir çok batılının eserlerinde kimi kabaca kimi ince ince zuhur eden bu düşmanlık,aşağılama,ırkçılık yüzyıllardır kilise,okul,basın tarafından taassupla yıkanan beyinlerin ürünü. Kendini ateist sananları bile hristiyan ateist kültürel olarak...
Bu bakış açısı da kendilerini de 3 sınıf mahalli bir yazar yapar,bu dille evrensel olunmaz çünkü...
N.Narda dedi ki…
vay şatobriyan efendi vay :) Önyargıları satırlardan fırlıyor,evet. O halde mösyönün ruhu için "Canı sağolsun" şarkısını Candan hanımdan dinliyoruz:)
deeptone dedi ki…
sona bi daha gelmiş mi ki yıllar sonra acaba.
:)
Blogger Bolat dedi ki…
Ben keyifle okudum :)
Blogger Bolat dedi ki…
Ön yargıların Chateaubriand devrinde olmasını olağan karşılıyorum ama bu çağda önyargıların hala var olması tuhaf. İleştikçe geriye mi gidiyoruz nedir:))
Blogger Bolat dedi ki…
Bakış açınıza bayıldım, kesinlikle en doğrusunu yapıyorsunuz. Avrupalı seyyahların notları bizler için güzel bir kaynak. Ayrıca herkes her yeri sevmek zorunda değil :) Julie Pardoe kitabını not ediyorum en kısa zamanda satın alacağım. Teşekkürler.
Blogger Bolat dedi ki…
Kızmadım aksine keyif aldım ben tavsiye ederim çok güzel anılar var kitap içinde Beste :))
Blogger Bolat dedi ki…
Bloğun güzelliği burada bu yorumu okuyan sayenizde bunu da öğrenmiş oldu :) teşekkürler.
Blogger Bolat dedi ki…
Hakikaten New York'u sevmiyor musun arkadaşım ya:))) Oysa Bana öyle böyle ballandıra ballandıra anlatan çok oldu.
Herkes yaşadığı kültürle bağlantılı olarak düşünüyor. Ben Chateaubriand'ı anlayabiliyorum :) Emin ol bunları yazdı diye de yargılamadım, okuduğum kitap bakış açımı zenginleştirdi. Mesela, Beyazıtla Phokas göndermesi beni çok etkiledi.
Blogger Bolat dedi ki…
Haklısın bu konuda denebilecek bir şey yok. Ayrıca sanat alanındaki yerimizden en azından ben memnun değilim :)
Blogger Bolat dedi ki…
Zamanın bakış açısı diyelim :))
Blogger Bolat dedi ki…
Seyyahın notlarının hoşumuza gitmediği doğru. Bu ön yargılar maalesef hepimizde var :) Yine de sonuçta elimizde o yıllara dair yazılmış bir eser var buradan İstanbul'a dair çok şeyler öğreniyoruz :)
Blogger Bolat dedi ki…
Elbette dinleyelim o zaman :))
Blogger Bolat dedi ki…
Deeptone, gelmedi ise kendi kaybeder :)
Adsız dedi ki…
Öyle yapıyoruz zaten.Okuyoruz Başka türlü ortada pek okunacak batılı kimse kalmazdı korkarım:) Ama sığlık ve önyagılara hayret etme ve tespitte bulunma hakkımız saklı bizim de...Misafir diye hoşgördükçe ya da aşırı değer atfettikçe iş çığırından çıkıyor. Herkese hak ettiği kadar ve hak ettiğince...
LILA MOONLIGHT dedi ki…
Ben severim yabancilarin gozunden Istanbulu gormeyi dinlemeyi, yabanci kisileri gezdirirken onlar gibi de bakarim anlamaya calisirim, kulturler farki tabi, anlayamazlar bazi seyleri, ne kadar anlatsak da tam idrak edemezler. Neyse, simdiye kadar Istanbulu birlikte gezdigim ve tekrar gelmek istemeyen bir kisi olmadi, hepsi cok etkilenerek dondu.
Blogger Bolat dedi ki…
Farklı bakış açılarından farklı gözlerden İstanbulu dinlemek izlemek her zaman ilgimi çekmiştir. Aynı şekilde İstanbula baksak keyifli olmazdı herhalde :)
beste dedi ki…
evet o amca :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hadımköy, İstanbul'un en tuhaf köyü

Beylikdüzü'nde Yaşamak Nasıldır?

Vatoz Balığı Yaptım Evde İsyan Çıktı