Satın almanın yarattığı o sahte his!
Daha çok tüketmenin erdem
sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Yeni yıl geliyor. Hepimizi bir alışveriş telaşı
sardı. Hediyeleşmek önemli ama bütçeyi açığa düşürecek savurganlıktan da
kaçınmak lazım. İstanbul müthiş bir alışveriş cenneti adım başı AVM, birbirinden ünlü markalar her gün yeni çıkan modeller birisine hakim olamadan
diğerine sahip olmaya çalıştığımız teknolojik aletler. Daha çok tüketmenin erdem sayıldığı bir
dünyada yaşıyoruz.
Blogger, Şefe uyup telefonu değiştirir mi?
Bir projenin sunumu için gittiğimiz restaurantta, şef garson samimiyetime
inandığını söyleyip "Hocam bu telefonu değiştirin lütfen ekranı küçük" dedi. Kendi
telefonunu gösterdi iki bin liraya yakın bir meblağ.
Şuna eminim çocuğu iki bin liralık bir eğitime
gideceğini söylese sorun çıkarır! Önceliklerimiz farklı demek ki, adama uyduk
telefonu değiştirdik orası ayrı bir konu! Bu nasıl kafa Bolat!
Alışverişi ihtiyaçları giderme durumu olarak değil de rahatlama
etkinliği olarak bir aktivite olarak algılıyoruz sanırım sorun burada.
Satın almanın yarattığı o histen uzak olmak gerek
Alışveriş kendimizi daha iyi hissettiriyor olabilir
ama bizler kendimizi daha iyi hissettirecek daha erdemli şeyler bulmalıyız.
Satın almanın yarattığı o histen uzak olmak gerek diye
düşünüyorum yeniyi satın almanın hazzından çok yeniyi üretebilmenin mutluluğu
bize daha iyi gelecek.
Uzman psikolog Erkin Ünalan 34volt.com’da güzel biryazı yazdı.
Âdetim değildir başka insanların yazısını paylaşmak fakat yazıyı çok
beğendiğim için sahibinden izin alarak paylaşma gereği hissettim.
Erkin Ünalan diyor ki:
“ Sahip olduğumuz son model nesneler aslında bize
sahip oluyor, onlarsız biraz zaman geçince onları tekrar elimize alıp
varlıklarından emin olmak istiyoruz. Bu emin olma süreçleri bizi rahatlatmanın
tersine, bir kez daha o varlığı sorgulamamıza sahip olduğumuz kıymetli nesnenin
peşine düşmemize sebebiyet veriyor. Ertesi yıl o çok değer verdiğimiz nesnenin
bir üst modeli çıktığında ise, sanki o nesneye daha önce o kadar değer vermemişiz
gibi gözden çıkarıp kendimize yeni bir “kıymetli” nesne seçiyoruz. Bu noktada
hepimiz kronik birer “Smeagol” haline geliyoruz. Mevcut sistem de zaten bizim
mutsuzluk ve tatminsizliğimizden besleniyor, sahip olduğumuz nesnenin bir üst
modelinde mutluluğu bulacağımıza bizi inandırıyor.”
“Bir gün yaşamımız son bulacak. Bize hep bahsedilen o
son anlarda, gözümüzün önündeki film şeritlerinde aldığımız son model arabalar,
beyaz eşyalar, en son sürüm akıllı telefonlar, muhteşem evimiz değil
paylaştığımız mutlu anlar aklımızda kalacak. Babamızla baş başa zaman
geçirdiğimiz lunaparktaki o gün, annemizle birlikte puding yapıp birlikte
tattığımız o gün, kardeşimizle çok güldüğümüz o film, eski sevgilimizle
sarılarak seyrettiğimiz o gün batımı, eşimizle baş başa geçirdiğimiz harika
balayı, çocuklarımızla geçirdiğimiz o mutlu Pazar günü aklımızda kalacak. Çünkü
kalıcı ve asıl değerli olan sahip olduğumuz nesneler değil, ait olduğumuz
anılardır…”
Alışveriş kendimizi daha iyi hissettiriyor olabilir
ama bizler kendimizi daha iyi hissettirecek daha erdemli şeyler bulmalıyız.
Yorumlar
Yorum Gönder